"Osmanlı İmparatorluğu" sayfasının sürümleri arasındaki fark
(Yeni sayfa: "{{yönlendirme|Osmanlı}} {{Eski ülke bilgi kutusu |kendi_dilindeki_adı = {{dil|ota|دَوْلَتِ عَلِيّهٔ عُثمَانِیّه}} {{dilsimge|Osmanlı Türkçesi...") |
(Fark yok)
|
16:47, 26 Mart 2017 itibarı ile sayfanın şu anki hâli
Şablon:Yönlendirme Şablon:Eski ülke bilgi kutusu Şablon:Türkiye tarihi Osmanlı İmparatorluğu ya da Osmanlı Devleti (Şablon:Dil-ota, Batı'da Türk İmparatorluğu<ref>https://books.google.be/books?id=Jb4DCgAAQBAJ&dq=The+Oxford+Handbook+of+Early+Modern+European+History,+1350-1750:+Volume+II&hl=nl&source=gbs_navlinks_s</ref> ve Osmanlı Türkiyesi<ref name="Lewis1988">Şablon:Cite book</ref><ref name="Goodwin1977">Şablon:Cite book</ref> olarak da bilinir, 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş çok uluslu bir Türk devletidir. Dünya tarihinin en uzun süreli imparatorluklarından biri olan Osmanlı İmparatorluğu; Doğu Avrupa, Güneybatı Asya, Kuzey Afrika ve Atlas Okyanusu doğal sınırlarına ulaşana kadar topraklarını genişletmiştir. Ayrıca daha geniş coğrafyalarda da çeşitli başarılar göstererek<ref name="dzkk.tsk.mil.tr" /> kısa süreli olarak Lanzarote (1585), Madeira (1617), Lundy (1627-1632)<ref>Şablon:Kitap belirt</ref>, Vestmann Adaları (1627-1628), Baltimore (1631)<ref name="dzkk.tsk.mil.tr"/><ref>The Sack of Baltimore, Ireland (Baltimore, İrlanda'nın Fethedilmesi)</ref> gibi bölgeleri fethetmiş ve buralarda üsler kurarak yıldırma hareketlerinde bulunmuştur.<ref name="dzkk.tsk.mil.tr">Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı: "Atlantik'te Türk Denizciliği"</ref>
Osmanlı İmparatorluğu'nu Oğuzlar'ın Kayı boyuna mensup Osman Gazi; Söğüt ve Domaniç civarında, Anadolu Selçuklu Devleti'nin obası ve kendisine uçbeyliği olarak tahsis ettiği bölgede, Anadolu Selçuklu sultanı III. Alaeddin Keykubad'ın İlhanlılar tarafından İran'a götürülmesi sonucu oluşan otorite boşluğundan dolayı bağımsızlık ilan ederek 1299 yılında kurmuştur. Devlet; dördüncü padişah olan Yıldırım Bayezid'in Timur'a esir düşmesiyle Fetret Devri'ne girmiş, 11 yıl süren taht kavgalarından sonra Mehmet Çelebi, Fetret Devri'ne son vermiştir. Fatih Sultan Mehmed Konstantiniyye'yi fethederek Doğu Roma İmparatorluğu'nu sonlandırmış, bazı tarihçilere göre bu zaferle Orta Çağ'ın sona erip Yeni Çağ'ın başlamasını sağlamıştır. Ayrıca bu fetihle beraber devlet, imparatorluğa yükselmiştir.
Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethetmiş, halifeliğin Osmanlı Padişahlarına geçmesini sağlamış, Kanunî Orta Avrupa'da büyük ilerleme kaydetmiş ve Macar Krallığı'na son vermiştir. Avrupa'ya karşı sağlanan üstünlük, I. Ahmed ile birlikte son bulmuş, Avrupa ve Osmanlı Zitvatorok Antlaşması ile eşit duruma gelmiştir. I. Mustafa ve Genç Osman ile birlikte tahttan indirilmeler başlamış, devlet yönetimi Bağdat'ın fethedilmesini sağlayan IV. Murad'a kadar sendelemiştir. II. Mustafa zamanında ise Osmanlı ilk defa büyük ölçüde toprak kaybetmiş, bu zaman diliminden itibaren reformist, yenilikçi akımlar başlamıştır. II. Mahmud isyanların baş gösterdiği Yeniçeri Ocağı'nı kapattırmış, Abdülmecid Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı'nı ilan etmiş, II. Abdülhamid Meşrutiyet (1876-78) ilan edip 33 yıl tahtta kalmıştır.
I. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesinden sonraki dönemde imzalanan antlaşmaların ardından, Anadolu'da Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde, Sevr Antlaşması ve Anadolu'nun işgaline karşı başlayan Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanması ve sonrasında saltanatın kaldırılması ile birlikte son padişah Mehmed Vahdettin İstanbul'u terk etmek zorunda kalmış ve Osmanlı İmparatorluğu son bulmuştur. Bu gelişmeleri takiben Atatürk başkanlığındaki Büyük Millet Meclisince, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından kapsadığı alanda pek çok devlet ortaya çıkmış olmakla birlikte Arnold Joseph Toynbee gibi bazı tarihçilere göre Osmanlı İmparatorluğu'nun tek ardıl devleti Türkiye Cumhuriyeti'dir.<ref name="Osmanlı Devleti-3">Şablon:Kitap kaynağı</ref>.
İçindekiler
- 1 Köken bilimi
- 2 Tarih
- 2.1 Devletin Kuruluşu
- 2.2 Kuruluş Dönemi (1299–1453)
- 2.3 Yükselme Dönemi (1453–1579)
- 2.3.1 Fatih Sultan Mehmet Dönemi (1451-1481)
- 2.3.2 II. Bayezid Dönemi (1481-1512)
- 2.3.3 Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-1520)
- 2.3.4 Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)
- 2.3.4.1 Dönemindeki İsyanlar
- 2.3.4.2 Belgrad ve Rodos'un Fethi (1521-1522)
- 2.3.4.3 Mohaç Meydan Savaşı (1526)
- 2.3.4.4 Osmanlı-Avusturya Harpleri (1529-1541)
- 2.3.4.5 Osmanlı-İran Harpleri (1534-1553)
- 2.3.4.6 Barbaros Hayreddin Paşa ve Preveze Deniz Zaferi (1538)
- 2.3.4.7 Fransa'ya Yardım (1543/1553-1559)
- 2.3.4.8 Hint Deniz Seferleri (1538-1553)
- 2.3.4.9 Trablusgarp'ın Fethi (1551)
- 2.3.4.10 Cerbe Deniz Zaferi (1560)
- 2.3.4.11 Malta Kuşatması (1565)
- 2.3.4.12 Sakız Adası'nın Fethi (1566)
- 2.3.4.13 Zigetvar Kuşatması ve Kanuni'nin Şehadeti (1566)
- 2.3.5 II. Selim Dönemi (1566-1574)
- 2.4 Duraklama Dönemi (1579-1683)
- 2.4.1 III. Murad Dönemi (1574-1595)
- 2.4.2 III. Mehmed Dönemi (1595-1603)
- 2.4.3 I. Ahmed Dönemi (1603-1617)
- 2.4.4 I. Mustafa Dönemi (İlk Saltanatı 1617-1618, İkinci Saltanatı 1622-1623)
- 2.5 Gerileme Dönemi (1699-1792<ref>http://www.tarihin.com/osmanli-donemleri.html</ref>)
- 2.6 Dağılma Dönemi (1792-1918)
- 2.7 Yıkılma Süreci, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurulması (1918-1923)
- 3 Devlet yapısı
- 4 Toplum yapısı
- 5 Ekonomi
- 6 Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler
- 7 Demografi
- 8 Ulaşım ve haberleşme
- 9 Eğitim
- 10 Kültür
- 11 Ayrıca bakınız
- 12 Notlar
- 13 Kaynakça
- 14 Dış bağlantılar
Köken bilimi
Şablon:Ana Osmanlı İmparatorluğu, henüz beylik döneminde iken Âl-i Osman (Arapça: آل عثمان; Āl-e Uṯmān) olarak adlandırılmıştır.<ref>Osmanlı İmparatorluğu'nun isimleri</ref> Âl-i Osman, Osmanlı Devleti'nin kurucusu kabul edilen "Osman'ın soyu" anlamına gelmektedir. Osman ismi; orijinine göre Otman, Otoman veya Utman olarak da söylenir. Türk ve Altay halk kültüründe, "ocağın, ev ateşinin devamlılığını sağlayan küçük oğul" manasını taşımaktadır.<ref>Odman</ref>
Beylikten devlet olgunluğuna geçildikten sonra, genellikle Osmanlı Türkçesi Devlet-i ʿAliyye-yi ʿOsmâniyye ([دَوْلَتِ عَلِيّهٔ عُثمَانِیّه] veya alternatif olarak Osmanlı Devleti [عثمانلى دولتى]) olarak anılmıştır.<ref name=banknot/> Bu ismin yanı sıra "Devlet-i Ebed-Müddet" (Ebedi Devlet), "Memâlik-i Mahrûse" (Korunmuş Memleket) isimleri de kullanılmıştır. Cumhuriyet döneminde yürürlüğe giren Latin asıllı Türk alfabesi ile birlikte Osmanlı Devleti veya Osmanlı İmparatorluğu olarak anılmıştır.
19. yüzyıldan önceki İngilizce kaynaklarda ise Osmanlı Devleti çoğunlukla Türkiye (Şablon:Dil-en) ya da Türk İmparatorluğu (Şablon:Dil-en) adıyla anılır.<ref>Şablon:Web kaynağı</ref> Günümüzde modern Türkiye için de Türkiye (Şablon:Dil-en) kullanımının yaygın olmasının yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti (Şablon:Dil-en) kullanımıyla, Osmanlı İmparatorluğu dönemi ile Cumhuriyet dönemi birbirinden ayrılır.
Tarih
Devletin Kuruluşu
Moğol İmparatorluğu'nun zulüm ve katliamından kaçan Türk boylarından biri olan Kayı Boyu; 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra birçok Oğuz boyuyla beraber Anadolu'ya gelmiştir<ref name="Çadırdan saraya">Şablon:Kitap kaynağı</ref>. Anadolu'da ilk olarak Ahlat yöresine yerleşen Kayılar, Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubad tarafından Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve civarına yerleştirilmiştir. Bu sırada başlarında Ertuğrul Gazi bulunan Kayılar'a, Karacadağ'dan sonra Bizans sınırındaki Söğüt kışlak, Domaniç ise yaylak olarak verilmiştir. Sınırdaki bu bölgedeyken Bizans'a karşı gerçekleştirdiği başarılı gazalar Sultan Alaadin Keykubad tarafından çok beğenilen ve takdir edilen Ertuğrul Gazi, Sultan Keykubad'ca uçbeyi yapılmıştır. Ertuğrul Gazi, Bizans sınırındayken yaklaşık 1000 km2 civarı bir toprak fethetmiştir<ref name="enfal.de">Şablon:Web kaynağı</ref>. Ertuğrul Gazi 1281 yılında, doksanlı yaşlarında vefat edince boyun başına oğlu Osman Gazi geçmiştir.
Osman Gazi; boyun başına geçince Bizans'a karşı gaza savaşları yürütmeye başlamış ve birçok muvaffakiyet göstermiştir. Öte yandan 1243 Kösedağ Savaşı sonucunda Moğollar'a yenilen Anadolu Selçuklu Devleti'nin merkezi otoritesi yok olmuş ve Anadolu'da güvenlik kalmamıştır. Yine bu yenilginin ardından Anadolu Selçuklu sultanlarını İlhanlılar tayin etmeye başlamışlardır. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti dağılmaya başlamış ve İlhanlı hakimiyetini kabul etmeyen Türkmen beyleri bir bir bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamışlardır. Buna rağmen Osman Gazi, uzun süre bağımsızlığını ilan etmemiş ve Selçuklular'a bağlılığını sürdürmüş, Bizans tekfurlarını mağlup ederek birçok Bizans kalesini fethetmiştir. Ancak bir süre için zayıflayan İlhanlılar tekrar güçlendikten sonra Anadolu Selçuklu sultanı III. Alâeddin Keykubad'ı İran'a götürmüşler ve Anadolu'da büyük bir siyasi boşluk oluşmuştur <ref>http://tarihenotdus.com/turk-ve-osmanli-tarihi/kayi-boyunun-anadoluya-gelisi/</ref><ref>Claude Cahen, Pre-Ottoman Turkey: a general survey of the material and spiritual culture and history, trans. J. Jones-Williams, (New York: Taplinger, 1968) s. 294</ref>. Bu yüzden Osmanoğulları da; Karacaşehir'de Dursun Fakih'in Osman Gazi adına verdiği hutbe ile 1299 yılında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması yaygın kabule göre 1299 yılında olmuştur. Ancak Prof. Dr. Halil İnalcık ve bazı diğer akademisyenler, Osmanlı Devleti'nin 1299'da Söğüt'te değil 1302'de Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Koyunhisar Muharebesi sonrasında devlet niteliğini kazandığını iddia ederler.<ref>Prof. İnalcık: Osmanlı 1302'de kuruldu</ref><ref> Bilim.org - ""Osmanlı İmparatorluğu Söğüt'te değil Yalova'da kurulmuştur". 23 Mayıs 2009 tarihinde erişilmiştir.</ref>
Şablon:Osmanlı İmparatorluğu zaman çizelgesi
Kuruluş Dönemi (1299–1453)
1299 yılına gelindiğinde Anadolu'da hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti yıkılma süreci içindeydi. Bu yıllarda Osman Bey, yakın arkadaşları ile birlikte Bilecik, Yarhisar ve İnegöl'ü fethetti. 1301'de Yenişehir fethedildi. Osmanlı Beyliği, 1299'da resmen kuruldu.<ref name="enfal.de"/> (Bunun yanı sıra tarihçilerin bazıları beyliği kuruluşunu 1301 kabul eder. Halil İnalcık'a göre ise beylik 1302'de gerçekleşen Koyunhisar Savaşı ile kurulmuştur <ref name="enfal.de"/><ref>Şablon:Web kaynağı</ref>.
Osman Gazi Dönemi (1299-1326)
Koyunhisar Savaşı (1302)
Şablon:Ana Osman Gazi ve ertafındaki alpler; Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Yenişehir'i fethetmişti. Bu durumda Bizans valileri olan Anadolu'daki tekfurların, merkezin sözünü dinlememeleri etkili olmuştu. Bu yüzden endişelenen Bizans, 2.000 kişilik bir kuvveti İstanbul'dan Kocaeli Yarımadası'na çıkarttı ve Osmanlıların üstüne gönderdi. Ama Osman Gazi ve çevresindeki alpler, Koyunhisar Muharebesi'nde Bizans'ı mağlup etmeyi başardı. Böylece ilk Osmanlı - Bizans savaşı zaferle noktalandı.<ref>Nicol, Donald M., Byzantium and Venice: A Study in Diplomatic and Cultural Relations, (Cambridge University Press, 1999), 223.</ref>
Bursa Kuşatması (1316-1326)
Şablon:Ana Osman Bey Bilecik ve civarını fethetmişti. Ama asıl amacı Bursa'yı almaktı. Bunun için 1316 yılında Bursa'yı kuşattı. Kuşatma 10 yıl sürdü. 10. yılda kendisi rahatsızlandı ve oğlu Orhan Bey kuşatmaya devam etti. Orhan Bey Mudanya limanını ve Orhaneli'yi fethederek şehrin dışarıyla bağlantısını kesti. Çok geçmeden de şehir fethedildi. Fakat Osman Gazi fetihten çok kısa bir süre önce vefat etti ve naaşı vasiyeti gereği Bursa'ya defnedildi.<ref>Şablon:Web kaynağı</ref> Orhan Bey adına para bastırarak beyliği devlet haline getirdi.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1945), "Gazi Orhan Beyin hükümdar olduğu tarih ve ilk sikkesi", Belleten C.VIII, s.207-211</ref>
Orhan Gazi Dönemi (1326-1362)
Maltepe Savaşı (1329)
Şablon:Ana Osmanlılar, fetihlerini aralıksız sürdürüyorlardı ve bir yandan Kocaeli Yarımadası'ndaki kaleleri alarak boğaza inmişler öte yandan da İznik'i (Grekçe: Nikea) kuşatmışlardı. Bu yüzden III. Andronikos'un başında bulunduğu Bizans İmparatorluğu telaşa kapılmıştı. Bizanslılar, Osmanlıları hem Kocaeli Yarımadası'ndan çıkarmak hem de kuşatma altındaki İznik'i kurtarmak için harekete geçtiler ve Kocaeli Yarımadası'na asker çıkardılar. İki ordu Eskihisar'da karşılaştı ve Orhan Gazi, Bizanslıları denize dökerek büyük bir zafer kazandı.<ref>Heath, Ian and Angus McBride, Byzantine Armies 1118-1461 AD, (Osprey Publishing, 1995), 8.</ref> Osmanlılar 1331'de İznik'i, 1337'de İzmitŞablon:'i topraklarına kattı.<ref>A History of the Byzantine State and Society, Warren Treadgold, Stanford Press, 1997</ref><ref>R.G. Grant, Battle: A Visual Journey Through 5,000 Years of Combat, Dorling Kindersley Publishers Ltd, 2005. ISBN 0-7566-1360-4</ref> İzmit'in fethedilmesiyle Bizans'ın Anadolu'daki varlığı son buldu.
Karesioğulları'nın İlhakı (1345)
Karesioğulları Beyliği; günümüzdeki Çanakkale ve Balıkesir'de kurulmuştu. Beyliğin lideri Karesi Bey, güçlü bir donanma oluşturmuştu ve deniz aşırı iki sefer düzenlemişti. 1320'li yıllarda Karesi Bey vefat etmişti ve yerine Aslan Bey geçmişti. Aslan Bey'den sonraysa beyliğin başına Demirhan Bey geçmiş ve halka kötü davranmaya başlamıştı. Bu yüzden halkın ve ileri gelenlerin davet ettiği Orhan Bey, Karesioğulları'nın topraklarını ilhak etmiştir. Karesioğulları'nın ilhakıyla bu beyliğin donanması ve Hacı İlbey gibi değerli kumandanları Osmanlılar'ın hizmetine girdi.<ref>İsmail Hakkı Uzunçarşılı "Karesi Vilâyeti Tarihçesi", Zağnos Kültür ve Eğitim Vakfı (2000), sf.68. ISBN 975-94473-3-9.</ref>
Çimpe Kalesi'nin Devralınması ve Balkanlar'a Geçiş (1353)
1353 yılında Bizans taht kavgaları ile çalkalanıyordu. Bu mücadelenin taraflarından olan Kantakuzen'in yardım isteği üzerine Orhan Gazi, Süleyman Paşa kumandasındaki 20.000 kişilik bir kuvvet göndererek Kantakuzen'in imparator olmasını sağladı. Bu yardıma karşılık Kantakuzen, Gelibolu Yarımadası'nda bulunan, Bolayır yakınlarındaki Çimpe Kalesi'ni Osmanlılar'a teslim etti.<ref>Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Klasik Dönem (1302-1606): Siyasal, Kurumsal ve Ekonomik Gelişim, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s. 49-53. ISBN 978-9944-88-465-1</ref> Çimpe Kalesi'nin ele geçirilmesi ile Osmanlı Devleti, ilk Rumeli toprağını kazandı.<ref>Aktepe, M. Münir (1950) "Osmanlıların Rumelide ilk fetihleri: Çimpe kalesi", Tarih Dergisi, C.2 say.283-307</ref> 1354 yılındaysa Gelibolu'da şiddetli bir deprem oldu. Bu yüzden Gelibolu'daki Bizans halkı ve askerleri, bölgeyi terketti. Bu fırsatı değerlendiren Süleyman Paşa; bütün Gelibolu'yu fethetti. Böylece önemli bir üs elde eden Osmanlılar, Trakya'ya akınlar başlattı ve 1359 yılında Çorlu fethedildi.Şablon:Kaynak belirt
I. Murad Dönemi (1362-1389)
Şablon:Ana Orhan Gazi'den sonra sultan olmasına kesin gözle bakılan Süleyman Paşa, Çorlu civarında çıktığı bir av sırasında atından düşerek ölmüştür (1357). Bu yüzden Orhan Gazi'nin diğer oğullarından olan Murad Bey, yeni veliaht oldu ve Balkanlar'daki kuvvetleri kumanda etmeye başladı. Orhan Gazi'nin, 1362 Mart'ında vefat etmesiyle Osmanlı kaynaklarında Murad Hüdavendigâr olarak geçen Murad Bey, I. Murad olarak tahta çıktı ve hızla fetihlere başladı.Şablon:Kaynak belirt
Sazlıdere Savaşı ve Edirne'nin Fethi (1363)
Şablon:Ana I. Murad, Balkanlar'daki hakimiyet sahasını genişletmeye başladı. Bu kapsamda Osmanlıları durdurmak isteyen Bizans-Bulgar ordusu 1363 Sazlıdere Muharebesi ile mağlup edildi. Bu zaferden sonra Edirne (Grekçe: Hadrianopolis) fethedildi.Şablon:Kaynak belirt
Sırpsındığı Savaşı (1364)
Şablon:Ana Edirne'nin düştüğü haberini öğrenen Papa V. Urbanus; endişeye kapıldı ve bir Haçlı ittifakı oluşturulmasını teşvik etti. Bunun üzerine Macar Krallığı, Bulgar Krallığı, Sırp Krallığı, Bosna Krallığı ve Eflak Prensliği gibi Balkan devletlerinin katılımıyla sayısı 30.000 ile 60.000 arasında değişen bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Daha sonra Haçlı ordusu, Osmanlıları Balkanlar'dan atmak için harekete geçti. Haçlı ordusu, Meriç Nehri'nin batı kıyısına gelerek bir kamp kurdu. Haçlılar kendilerine o kadar çok güveniyorlardı ki Edirne'yi geri alıp Osmanlılar'ı Anadolu'ya süreceklerine dair hiçbir tereddütleri yoktu. Ta ki Hacı İlbey'in gece baskınına kadar. Hacı İlbey, emrindeki 10.000 askeriyle beraber Haçlı kampına büyük bir gece baskını yaptı ve çoğu Haçlı askeri kılıçla ya da Meriç Nehri'nde boğularak öldü. Böylece ilk Osmanlı-Haçlı savaşı zaferle noktalandı ve Bizans'a yardım ulaştırılması engellendi.Şablon:Kaynak belirt
Anadolu'da Barış Yoluyla Genişleme
Osmanlıların kurulduğu dönemde Anadolu'da birçok beylik vardı ve bu beylikler sürekli birbirleriyle boğuşuyorlardı. İlk zamanlarında Osmanlılar, beyliklerle iyi ilişkiler kurarak onlarla mücadeleden kaçınmış ve zayıf Bizans yönüne genişlemiştir. I. Murad dönemine kadar sadece 1345 yılında Karesioğulları Beyliği'nin topraklarını ve 1354 yılında Ahiler'in idaresindeki Ankara'yı ilhak eden Osmanlılar; I. Murad zamanında Anadolu'da siyasi birliğin gerekliliğine karar vermiş ve Balkanlar'dan başka barış yoluyla Anadolu'da da genişlemeye başlamıştır. Bu amaçla Hamitoğulları Beyliği'den 80.000 altın karşılığı Isparta, Akşehir, Beyşehir, Yalvaç, Seydişehir, Karaağaç ve Eğirdir satın alınmıştır. Germiyanoğulları Beyliği ile akrabalık kurulmuş ve çeyiz yoluyla Kütahya, Simav, Tavşanlı ve Emet ele geçirilmiştir.<ref>Şablon:Web kaynağı</ref>
I. Kosova Savaşı (1389)
Şablon:Ana Osmanlılar, Balkanlar'daki ilerleyişini kesintisiz devam ettirdi. Sırplar'a karşı 1371 Çirmen Savaşı'ndan galip çıkıldı ve aynı yıl Karabiga fethedildi. Fakat Bizans; Gelibolu'yu ele geçirdi ve Anadolu ile Balkanlar'daki Osmanlı topraklarının bağlantısını kesti. Bunun üzerine Osmanlılar, babasına isyan eden Bizans prensi Andronikos'un imparator olmasına yardım etti ve karşılığında Gelibolu'yu tekrar aldı. Daha sonra akınlara devam edildi ve 1383 yılında Serez, 1385 yılında Sofya ve Niş, 1387 yılında Selanik fethedildi. 1388 yılındaysa Osmanlı akıncıları, Sırbistan Prensliği'nin başındaki Lazar Hrebelyanoviç tarafından Ploşnik Bozgunu'yla mağlup edildi. Ploşnik savaşıyla beraber Balkan devletlerinin; Osmanlılar'ı Balkanlar'dan atma ümidi tekrar yeşerdi ve Sırp Prensliği, Bosna Krallığı, Macar Krallığı, Hırvat Krallığı ve diğer Balkan devletlerinin katılımıyla 30.000 kişilik bir Haçlı ordusu oluşturuldu ve bu ordu, Lazar Hrebelyanoviç komutasında hareket etti. Bunun üzerine harekete geçen Osmanlılar, ilk önce arkadan saldırmamaları için Bulgar krallığının başkenti Tırnova'yı fethederek Bulgarlar'ı etkisiz hale getirdi. Daha sonra Haçlı ordusu ve Osmanlı ordusu, Kosova'da karşı karşıya geldi. Yapılan savaşı Osmanlılar kazandı ve savaş sırasında Lazar Hrebelyanoviç öldürüldü. Ama savaştan sonra bir Sırp beyi olan Miloş Obiloviç; Müslüman olmak istediğini belirtip I. Murad'ın elini öpmek istemiş, bu suretle sultana yaklaşmış ve ani bir hamleyle I. Murad'ı hançerleyerek şehit etmiştir. I. Murad'ın şehit edilmesinden sonra Yıldırım Bayezit padişah olmuştur.Şablon:Kaynak belirt
Yıldırım Bayezid Dönemi (1389-1402)
Şablon:Ana I. Murad'ın I. Kosova Savaşı sonrasında öldürülmesi üzerine Osmanlı tahtına oturan Yıldırım Bayezid Hamitoğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları beyliklerini topraklarına kattı<ref>Şablon:Kitap kaynağı</ref> yapılan Niğbolu Savaşıkazandı.<ref name="tsk.tr">Şablon:Web kaynağı</ref> Savaşın ardından İstanbul'u dördüncü kez abluka altına aldı fakat bu ablukayı da doğuda beliren Timur tehlikesi sebebiyle kaldırdı.<ref name="T.Yılmaz 1946">Öztuna,T.Yılmaz (1946). Ankara Muharebesi, İstanbul</ref> Çin'e sefer düzenlemek isteyen ve batısında güçlü bir devlet barındırmak istemeyen Timur, daha önceleri savaşarak yenilgiye uğrattığı Karakoyunlu ile Celayirîli hükümdarlarının Osmanlıveistediği şartların kabul edilmemesini ileri sürerek Osmanlı'ya savaş açtı İki ordu, Ankara'nın Çubuk Ovası'nda karşılaştı. 1402'de yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid, kendisine bağlı Türk beylerinin Timur'un tarafına geçmesininde etkisi ile de yenilgiye uğradı; oğullarından Mustafa ve Musa ile birlikte Timur'a esir düştü.<ref name=lamartine1/><ref name=mulk/> Yıldırım, 1403'te AkşehirŞablon:'de vefat etti.<ref name="mulk">Sakaoğlu, Necdet (1999), Bu mülkün sultanları, İstanbul: Oğlak yayınları ISBN 975-329-299-6, say.52, 62, 67</ref> Timur, Yıldırım'ın vefatı üzerine Musa'yı serbest bıraktı.<ref name=mulk/>
Batı Anadolu'da Fetihler (1390-1399)
Yıldırım Bayezid işe Anadolu'da başladı. Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Menteşeoğulları ve Hamitoğulları <ref name=lamartine1>Şablon:Kitap kaynağı</ref> beyliklerini ilhak ettikten sonra 1390 yılında Antalya'nın, 1391 yılında da Alanya'nın fethini gerçekleştirdi. 1392 yılındaysa Amasya ve Kastamonu'yu topraklarına katarak Candaroğulları Beyliği'ne ve takip eden dönemde ise İsfendiyaroğulları Beyliği'ne son verdi <ref>Yücel, Yaşar M. (1963) "Kastamonu'nun ilk fethine kadar Osmanlı-Candar muüasebetleri", Tarihi Araştırmalar Dergisi C.I say.133-144</ref>. Niğbolu Savaşı'ndan sonra da Karamanoğulları'na son verdi.
Balkanlar'da İlerleme (1392-1396)
Yıldırım Bayezid; Candaroğulları hariç Anadolu beyliklerine son verdikten sonra Balkanlar'a yöneldi ve Üsküp şehrinin fethine muvaffak oldu. Teselya'yı fethettikten sonra Eflak'ı vergiye bağladı ve Bulgaristan'ı tamamen bir Osmanlı vilayeti yaptı. 1394 yılındaysa bütün Makedonya Osmanlı topraklarına katıldı. Yıldırım Bayezid, bu fetihlerden sonra 1394-1396 yılları arasında İstanbul'u üç kez kuşattı ve İstanbul'u kuşatan ilk Osmanlı padişahı oldu. İstanbul kuşatmalarından endişelenen Papa; bir Haçlı ordusu kurulması için çalışmalara başladı ve büyük bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Bu sırada üçüncü İstanbul kuşatmasını yönetmekte olan Yıldırım; Haçlı ordusunun Balkanlar'a doğru ilerlediğini öğrenice kuşatmayı kaldırdı <ref>Charanis,P. (1942) "The strife among Palaeologi and the Ottoman Turks (Palaeiologlar ile Osmanlı Türkleri arasında çekişmeler)", Byzantion C.16 say.286-314 Şablon:İng</ref> ve Tuna Nehri'ne yöneldi.
Niğbolu Savaşı (1396)
Şablon:Ana Osmanlı Devleti, İstanbul'u kuşatma altına alınca Bizans İmparatorluğu; başta Papa olmak üzere tüm Katolik Hristiyan Dünyası'ndan yardım istedi. Bunun üzerine Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Fransa Krallığı, Macaristan Krallığı, Eflak Prensliği, Venedik Cumhuriyeti, Ceneviz Cumhuriyeti ve Bulgarlar'ın katılımıyla büyük bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Orduyu Kral Sigismund kumanda ediyordu. Bundan sonra ordu ilerlemeye başladı. 10 Eylül'de Venedik ve Ceneviz gemileri Tuna Nehri'ni geçti ve Niğbolu Kalesi önüne demir attı. Daha sonra gelen orduda kaleyi kuşatma altına aldı. Bu sırada Birinci İstanbul Kuşatması'nda olan Yıldırım Bayezid; Niğbolu'daki durumu öğrenince İstanbul'daki kuşatmayı derhal kaldırdı ve Tuna'ya doğru ilerlemeye başladı. 20 Eylül'de Şıpka Geçidi'ne girdi ve 21-22 Eylül'de Tırnova'ya vardı. 25 Eylül günü iki ordu karşı karşıya geldi ve savaş, kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlandı. Haçlı ordusu imha edildi ve birçok kumandanı ya öldürüldü ya da Korkusuz Jean gibi esir alındı. Böylece Yıldırım Bayezid; batıdan gelen Haçlı tehlikesini bertaraf etti ve İkinci İstanbul Kuşatması'nu başlattı. Yıldırım Bayezid; bu İstanbul kuşatmaları sırasında Karadeniz üzerinden gelebilecek yardımlara karşı Anadolu ve Avrupa Yakası'nın birbirine en çok yaklaştığı yerde Anadolu Hisarı'nı (diğer adı Güzelce Hisarı) yaptırmıştır.<ref name="tsk.tr"/>
Ankara Savaşı (1402)
Şablon:Ana Yıldırım Bayezid; batıdan gelen Haçlı tehlikesini bertaraf ettikten sonra tekrar İstanbul'u kuşatmıştır. Fakat bu seferde doğudaki Timur tehlikesi belirmiştir. Bundan başka Timur'un yıktığı Celayirliler ve Karakoyunlular devletlerinin hükümdarları olan Ahmed Celayir ve Kara Yusuf'un Yıldırım'ı; topraklarını kaybeden ve Timur'u sığınan Anadolu beyleri de Timur'u savaşa teşvik ediyorlardı. Gene Timur; çıkacaği Çin seferi öncesinde Anadolu'da güçlü bir devlet bırakmak istememekteydi. Ayrıca Bayezit ile Timur arasında sert mektuplaşmalar oluyordu. Bu ve benzeri birçok sebeple Timur; Anadolu'ya girererek Sivas'ı harap etmiştir. Bu sırada İstanbul kuşatmasında olan Yıldırım, derhal kuşatmayı kaldırmış ve Anadolu'ya geçmiştir.
İki ordu Ankara Çubuk Ovası'nda karşı karşıya gelmiş ve ilk taarruzu Yıldırm gerçekleştirmiştir. Bu taarruz Timur'un ordusunu sarstıysa da fillerle takviye edilmiş ağır zırhlı Timur kuvvetleri, taarruzu püskürtmüşlerdir. Daha sonra Anadolu kuvvetlerinin; beylerinin olduğu Timur tarafına geçmesiyle ve Kara Tatarlar'ın da Timur tarafına geçmesiyle savaş Timur'un zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşla beraber Anadolu Türk siyasi birliği bozulmuştur ve Osmanlı Devleti dağılma tehlikesi geçirmiştir. Ayrıca Osmanlı tarihindeki Fetret Devri başlamıştır.<ref name="T.Yılmaz 1946"/> <ref name=lamartine1/><ref name=mulk/> <ref name="mulk"/> Timur, Yıldırım'ın vefatı üzerine Musa'yı serbest bıraktı.<ref name=mulk/>
Fetret Devri (1402-1413)
Ankara Savaşı'nda mağlup olan Yıldırım Bayezid; oğulları Musa Çelebi ve Mustafa Çelebi'yle beraber esir düşmüştür. Timur, Yıldırım'ı öldürmemiştir ve Anadolu'daki şehirleri, köyleri, kasabaları yağmalarken Yıldırım'ı hep yanında götürmüştür. Yıldırım; gördüklerinin kahrına dayanamarak 1403 yılında Akşehir'de vefat etmiştir. Timur; Yıldırım'ın ölmesi üzerine Musa Çelebi'yi serbest bırakmıştır ve Osmanlı topraklarını, Yıldırım'ın dört oğlu arasında paylaştırmıştır. Bu paylaşıma göre İsa Çelebi Balıkesir'de, Musa Çelebi Bursa'da, Süleyman Çelebi Edirne'de ve Mehmet Çelebi Amasya'da sultanlıklarını ilan etmişlerdir. Yıldırım ve önceki padişahların son verdiği Anadolu beylikleri'yse (Karesioğulları hariç) tekrar kurulmuştur. Daha sonra da Yıldırım'ın şehzadeleri arasında hükümdarlık için savaşlar başlamıştır. İşte bu taht mücadeleleriyle geçen döneme Fetret Devri denir. Yıldırım'ın şehzadeleri, hükümdarlık uğruna Anadolu beylikleri, Bizans, Venedik, Ceneviz gibi devletlere tavizler vermek zorunda kalmışlardır. Örneğin Süleyman Çelebi; Selanik'i Bizans'a teslim ederek Hristiyan devletlerle anlaşma yapmıştır.
Tahtın sahibi olmak için şehzadeler arasında yapılan mücadelelerde ilk olarak Musa, İsa tarafından mücadelenin dışına atılmıştır ve önce Germiyanoğulları'na, ardından da Karamanoğulları'na sığınmıştır.<ref name=mulk/> 1406 yılında İsa, Mehmed'in tarafını tutan askerler tarafından öldürülmüştür.<ref name=mulk/> Böylece mücadele Süleyman ve Mehmed arasında devam etmeye başlamıştır ki; Süleyman devletin Rumeli yakasının, Mehmed Anadolu yakasının hakimi olmuştur.<ref name=mulk/> İki kardeş arasında süren çatışmalar sırasında Musa, yeniden harekete geçmiştir ve 1411'de Süleyman Çelebi'nin bulunduğu Edirne'ye baskın yapmıştır <ref name=mulk/> ve Süleyman'ı öldürmüştür. 1411'den sonra çarpışmalar, Mehmed ve Musa arasında sürmeye başlamıştır.<ref name=mulk/> İki kardeş arasındaki mücadele, 1413 yılında Mehmed'in Musa'yı öldürtmesi ile sonlanmıştır ve Fetret Devri noktalanmış olmuştur. Aynı yıl Mehmed, I. Mehmed unvanı ile Osmanlı tahtına oturmuştur. Böylece Osmanlı Devleti; tek çatı altında toplanmıştır ve fetih hareketlerine tekrar başlamıştır.
I. Mehmed Dönemi (1413-1421)
Anadolu'yu Yeniden Birleştirme Çabaları
Fetret Devri'ni noktalayarak sultan olan Mehmet Çelebi; Ankara Savaşı'yla bozulan Anadolu siyasi birliğini yeniden kurmak için harekete geçmiştir. Bunun için Aydınoğlu Mehmet Bey'den İzmir'i; Karamanoğulları'ndan Seydişehir, Beyşehir ve Akşehir'i; Candaroğulları'ndan Samsun'u geri almıştır.<ref name=mulk/> Yine İzmir ve Manisa çevresinde çıkan Şeyh Bedreddin isyanını da bastırmıştır.
Şeyh Bedreddin isyanı gibi Osmanlı Devleti'nin uğraştığı iç karışıklıkları fırsat bilen Eflak Voyvodası Mircea; Silistre ve Deliorman'ı işgal etmiştir. İçteki karışıklıkları hallettikten sonra Eflak Prensliği üzerine sefer açan I. Mehmed; kaybedilen yerleri geri almıştır ve Eflak'la barış yapmıştır. Bundan sonra da Yıldırım'ın kayıp oğlu Mustafa Çelebi, Bizans'ın yardımıyla Rumeli'ye geçmiş ve isyan çıkarmıştır. Düzmece Mustafa İsyanı olarak da bilinen bu isyan; Çelebi Mehmet tarafından bastırılmıştır ve Mustafa Çelebi Bizans'a sığınmıştır.<ref>Norwich, John Julius (1982), Byzantium: Decline and Fall, Londra:Penguin ISBN 0-679-41650-1 Şablon:İng say.378</ref> Çelebi Mehmet; kardeşi Mustafa Çelebi'nin tutuklu kalması için Bizans'a her yıl 300.000 akçe vergi vermiştir.
Balkanlar'da ve Denizlerde Mücadele
Osmanlılar; Aydınoğulları'ndan İzmir'i almıştı ve denizci beylikler; Osmanlı'ya bağlılıklarını ilan ederek yarı bağımsız konuma gelmişlerdi. Bu yüzden endişelenen Venedik Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmiştir ve 1416 yılında, Osmanlılar ilk ciddi deniz mücadelesini Venedik ile yapmışlardır. Fakat Osmanlılar bu savaşı kaybetmişlerdir.<ref>Norwich, John Julius (1982) A History of Venice, Londra:Penguin ISBN 0-14-101383-4 Şablon:İng say. 193-194</ref>
1421 yılında Çelebi Mehmet; Edirne'de iken attan düşmüştür ve inme sebebiyle vefat etmiştir. Bunun üzerine Şehzade Murat; Manisa'dan gelerek tahta çıkmıştır.Şablon:Kaynak belirt
II. Murad Dönemi (1421-1451)
II. Murad'ın Balkanlar'da Faaliyetleri ve Karşılaştığı İsyanlar
Şehzade Murad; babası Çelebi Mehmed'in attan düşerek vefat etmesinden sonra Manisa'dan gelerek Edirne'de tahta çıkmıştır. II. Murad; ilk olarak babasının vefatı üzerine Bizans tarafından serbest bırakılan, Osmanlı kaynaklarında Düzmece Mustafa olarak geçen amcasının isyanıyla karşılaşmıştır.<ref>Şablon:Kitap kaynağı</ref> Çok sürmeden bu isyanı bastıran II. Murad; amcasını yakalatıp öldürtmüştür. Böylece rahat bir nefes alan II. Murad, bu isyanın öcünü almak için İstanbul'u kuşatmıştır <ref name="Constantinople">Stephen Turnbull, The Walls of Constantinople, AD 324–1453, Osprey Publishing, ISBN 1-84176-759-X.</ref>. Fakat sonuç alamamıştır çünkü Bizanslılar, bu sefer de kardeşi Şehzade Mustafa'yı ayaklandırmıştır <ref>Joseph von Hammer: Osmanlı Tarihi Vol I (condensation: Abdülkadir Karahan), Milliyet yayınları, İstanbul. ss 79-80</ref>. Nitekim II. Murad, kardeşinin isyanını bastırıp onu öldürttükten sonra, Fetret Devri'nde amcası Süleyman Çelebi tarafından Bizans'a teslim edilen Selanik şehrini; 1430 yılında fethetmiştir ve Selanik I. Balkan Savaşı'na kadar Osmanlı toprağı olarak kalmıştır. 1431 yılında II. Murad, Balkanlar'ın kilit şehirlerinden Yanya'yı ve Serez'i fethetmiştir. II. Murad, 1439 yılında da Semendire şehrini fethetmiştir.
II. Murad'ın Anadolu'da Fetihleri
Yıldırım Bayezid tarafından Anadolu'da sağlanan siyasi birlik, 1402 Ankara Savaşı'nda mağlup olunulmasıyla bozulmuştur. Sultan II. Murad, bu siyasi birliği sağlamak için önemli faaliyetler de bulunmuştur. İlk olarak Candaroğulları Beyliği'nin üstüne yürümüştür ve İsfendiyar Bey'i mağlup etmiştir. Böylece Candaroğulları Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır ve İsfendiyar Bey, Osmanlı'nın yapacağı seferlere asker göndermeyi kabul etmiştir. Daha sonra II. Murad; 1423 yılında Hamidoğulları Beyliği'ne, 1424 yılında Menteşeoğulları Beyliği'ne, 1426 yılında da Aydınoğulları Beyliği'ne son vermiştir. 1429 yılında da vefat eden II. Yakup Bey'in vasiyeti gereği Germiyanoğulları Beyliği Osmanlı Devleti'ne katılmıştır.<ref>Ahdnameler ışığında Osmanlı-Venedik diplomatik ilişkileri - Ottoman-Venetian diplomatics, the Ahd-Names (İngilizce), Dr. Hans Theunissen, Leiden Üniversitesi, Hollanda, 1998, içinde 5. bölüm Venedik ile Türkmen Beylikleri Menteşe and Aydın - Venice and the Turcoman Begliks of Menteşe and Aydın</ref>
Varna Savaşı (1444)
Şablon:Ana Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da ilerlemesi üzerine Macar Krallığı, Bosna Krallığı, Sırp Despotluğu ve Eflak Prensliği bir ittifak oluşturmuşlardır. Ancak Macar kralı Sigismund'un ölümü üzerine Macaristan'da iç karışıklıklar çıkmıştır. Bunun üzerine Balkanlar'da bozulan dengeyi düzeltmek için harekete geçen Osmanlı Devleti; Bosna Krallığı'na vergiye bağlamış ve 1439 yılında Sırplar'ın başkenti Semendire'yi alarak Sırp Despotluğu'na son vermiştir. Ancak yeni Macar kralı Ladislas tarafından Erdel voyvodalığına getirilen Hünyadi Yanoş; 1441 yılında Semendire'yi almış ve uçbeyi Mezid Paşa'yı pusuya düşürerek şehit etmiştir. Ertesi yıl gerçekleşen savaşlarda da Osmanlılar mağlup olunca Avrupa'da Türkler aleyhine yeni bir Haçlı seferi fikri doğmuştur ve içinde Karamanoğulları Beyliği'nin de yer aldığı büyük bir ittifak oluşturulmuştur.
1443 yılında Tuna Nehri'ni geçen Haçlı ordusu Niş çevresinde Osmanlı ordusunu mağlup etmiştir. Haçlılar'ı izleyen II. Murad; onları İzladi Geçidi'nde karşılamış fakat durduramamıştır. Haçlılar Filibe'ye kadar gelmişler ama mevsimin kış olması sebebiyle geri dönmüşlerdir. Bu arada Arnavut beyi İskender Bey ayaklanmıştır ve Karamanoğulları; Osmanlı topraklarına girmiştir. Bunun üzerine II. Murad Macarlar'a başvurarak barış istemiş ve iki taraf arasında Edirne-Segedin Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre Sırp Despotluğu (yeniden kurularak) ve Eflak Prensliği, vergi ödemeleri kaydıyla Macar egemenliğine bırakılmıştır. Gene Macarlar, Bulgaristan'daki Osmanlı egemenliğini tanımıştır ve iki taraf arasında 10 yıl savaş yapılmaması kararlaştırılmıştır.<ref name=sugar>Şablon:Kitap kaynağı</ref> Bu antlaşmadan sonra II. Murad tahtı, 12 yaşındaki oğlu Şehzade Mehmed'e (ileride Fatih Sultan Mehmet) bırakarak Manisa'ya çekilmiştir.<ref name="inalcık1s61">İnalcik, Halil (1995) a.g.e. s.61-67</ref>
Küçük yaştaki II. Mehmed'in tahta çıkması üzerine devlet adamları arasında rekabet ve anlaşmazlıklar çıkmıştır. Öte yanda ulufelerin azlığını bahane eden Yeniçeriler ilk defa Buçuktepe İsyanı'yla ayaklanmıştır. Gene çocuk yaştaki bir şehzadenin sultan olduğunu öğrenen Haçlılar, Edirne-Segedin Antlaşması'nın Papa tarafından onaylanmadığını ileri sürerek antlaşmayı bozarak taarruza geçmişlerdi. Bu taarruz karşısında Çandarlı Halil Paşa ve ileri gelen devlet adamları, II. Murad'ı Edirne'ye çağırarak ordunun başına geçmesi çağrısında bulunmuşlardır. Gene sultan olan oğlu II. Mehmed, kendisine bizzat mektup yazarak Edirne'ye gelmesini emretmiştir. Bunun üzerine II. Murad Edirne'ye gelerek ordunun başına geçmiştir. Bu sırada Haçlı ordusu, Varna şehrini kuşatmaktaydı ve Venedikliler Çanakkale Boğazı'nı kapatmışlardı. II. Murad, Varna'ya hareket ederek Haçlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Böylece Haçlılar'ın; Türkler'i Avrupa'dan atma ve Bizans yardım götürme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır.<ref name="inalcık1s61"/> II. Murad'ın tekrar tahta çıkması da 1446 yılında gerçekleşmiştir.
II. Kosova Savaşı (1448)
Şablon:Ana Yeniden Osmanlı tahtına geçen II. Murad; Mora Yarımadası üzerindeki Türk hakimiyetini yeniden kurmuştur ve Sırplar'ı kendine bağlamıştır. Daha sonra Morova Savaşı'nda Osmanlıların yenilmesine sebep olan İskender Bey'i cezalandırmak için üzerine sefer açmış fakat sonuç alamamıştır. İskender Bey'in direnişi Haçlıları heyecanlandırmıştır ve Haçlılar; Varna Savaşı'nın intikamını almak, Türkler'i Avrupa'dan çıkarmak ve Bizans'a yardım ulaştırmak maksadıyla yeniden taarruza geçmişlerdir. Özellikle Erdel Voyvodası Hünyadi Yanoş, Varna'nın öcünü almak için elinden geleni yapmaktaydı.
İki ordu Kosova'da karşı karşıya gelmiştir ve harp, kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlanmıştır.<ref>Şablon:Kitap kaynağı</ref> Böylece Bizans'ın Avrupa'dan yardım alma ümidi tamamen tükenmiş, Balkanlar'daki Türk hakimiyeti kesinleşmiş ve Türkler taarruza, Haçlılar savunmaya geçmişlerdir. Bu savaşla beraber Rumeli ve Bulgaristan'ın Türkleştirilmesi ve Fatih zamanında yapılacak fetihlere zemin hazırlanmıştır. Ayrıca bu savaştan 1683 II. Viyana Kuşatması'na kadar Osmanlılar'a karşı yeni bir Haçlı ittifakı oluşturulamamıştır.
1451 yılında II. Murad; oğlu II. Mehmed'i Dulkadiroğulları'dan Sitti Hatun'la evlendirmiş ve çok geçmeden, 49 yaşında vefat etmiştir. Böylece oğlu II. Mehmed, ikinci kez tahta çıkmıştır.<ref>Şablon:Kitap kaynağı</ref>
Yükselme Dönemi (1453–1579)
Fatih Sultan Mehmet Dönemi (1451-1481)
İstanbul'un Fethi (1453)
İstanbul; 1000 yılı aşkın süredir devam eden Bizans İmparatorluğu'nun başkentiydi ve Ortodoks Kilisesi'nin merkeziydi. Bizans İmparatorluğu; çok geniş bir imparatorlukken aldığı yenilgilerle beraber tüm topraklarını kaybetmiştir ve dış dünya ile olan sınırları, başkenti olan İstanbul'un surları olmuştur. II. Mehmed; Bizans'ın İstanbul'a sıkışıp kalmasına ve hiçbir askeri etkinlik gösterememesine rağmen Bizans'a son verilmesine çok önemli görmüştür. Çünkü İstanbul'un bulunduğu mevki; Akdeniz ile Karadeniz arasındaki ticaret yolu ve İpek Yolu'na hakimdi. Ayrıca İstanbul Rumeli'den Anadolu'ya, Anadolu'dan Rumeli'ye geçişte kilit bir öneme sahipti. Bizans, Osmanlı ordusunun bu geçişlerini sürekli engelliyordu. Ayrıca Bizans; şehzadeler arasındaki taht kavgalarını, Haçlılar'ı ve Anadolu beylerini Osmanlı'ya karşı taarruza geçme konusunda sürekli kışkırtmaktaydı. İslam peygamberi Muhammed'in İstanbul'un fethiyle ilgili hadisi de şehrin fethi konusunda önemli bir yer ediniyordu. Bu nedenlerden dolayı II. Mehmed'den önce Yıldırım Bayezid ve II. Murad, İstanbul'u birkaç kez kuşatmışlardı ancak fethine muvaffak olamamışlardı. II. Mehmed; fethi gerçekleştirmek istemiş ve bu maksatla bir takım hazırlıklara girişmiştir. Bu hazırlıklar kapsamında; Yıldırım Bayezid'in, dönemindeki İstanbul kuşatmalarında yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı yaptırılmıştır. Böylece Karadeniz üzerinden İstanbul'a gelecek yardımların önü kesilmiştir. Avrupa'dan gelebilecek tehlikelere karşı II. Murad döneminde yapılmış olan barış antlaşmaları yenilenmiş<ref name=kinross>Kinross, Lord a.g.e. s.95</ref> ve Mora Yarımadası ile Balkanlar'a kuvvetler gönderilmiştir. İstanbul civarındaki Vize gibi kaleler fethedilerek 400 parçalık bir donanma hazırlanmıştır. Ayrıca surları aşmak ve yıkmak için tekerlekli kuleler yaptırılmış ve Şahi topları döktürülmüştür. Bizans ise; savunma için surları onarmış ve Haliç'e zincir germiştir. Ayrıca Papa'dan ve Avrupa'dan yardım istemiştir.
6 Nisan 1453'de kuşatma başlamış, 18 Nisan'a kadar surlar; Şahi toplarıyla dövülmüştür. 20 Nisan'da deniz mücadeleleri başlamıştır. Bu durum karşısında paniğe kapılan Papalık ve Venedikliler'in göndermiş oldukları gemiler Osmanlı donanmasını aşarak Haliç'e girmiştir. Bu durum karşısında II. Mehmed, 22 Nisan gecesi 70 kadırgayı yağlı kızaklar üzerinde karadan yürütmek üzere Dolmabahçe'den Haliç'e indirmiştir. Böylece hem Haliç'e inen gemiler hem de Haliç kıyısına yerleştirilen toplar vasıtasıyla İstanbul'un Haliç tarafındaki zayıf surları dövülmüştür. Nihayet 29 Mayıs 1453 tarihinde Osmanlı ordusu; surlarda açılan gediklerden İstanbul'a girmiş ve şehir fethedilmiştir.
Bu fetihle beraber 1000 yılı aşkın süredir devam eden Bizans İmparatorluğu son bulmuş, Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ açılmış, Ortodoks Kilisesi Osmanlılar'ın himayesine girmiş, II. Mehmed Fatih unvanını almış ve Osmanlı Devleti, İmparatorluk olmuştur. Ayrıca bu fetih İtalya'da Rönesans hareketlerinin başlamasına, Coğrafi Keşifler'in gerçekleşmesine ve feodalitenin ortadan kalkmasına zemin hazırladığı gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun İslam dünyasındaki saygınlığını yükseltmiş ve yeni başkentinin İstanbul olmasını sağlamıştır.
Sırbistan'ın Fethi (1454-1459)
II. Murad Dönemi Olayları
Sultan II. Murad döneminde düzenlenen seferlerle Sırplar'ın, Macar Krallığı'na terketmiş olduğu Belgrad kalesi hariç tüm Sırbistan fethedilmiş ve Sırp despotu Vilkoğlu (Yorgi Brankoviç), Macaristan'a kaçmıştır. Ancak bu olayların sonrasında Erdel'e akın yapan Türk kuvvetlerinin Erdel voyvodası Hünyadi Yanoş'a (Jan Hunyad) mağlup olmaları ve bu başarının ardından Osmanlı Devleti'ni Balkanlar'dan çıkartmak amacıyla oluşturulan Haçlı ordusunu, Türkler'i defalarca mağlup ederek Güney Bulgaristan'daki Filibe'ye kadar gelmiş ama kışın gelmesi sebebiyle geri dönmüştür. Bu mağlubiyet ve Anadolu'daki Karamanoğulları'nın Osmanlı topraklarına saldırması üzerine II. Murad, barış istemiştir. Nitekim II. Murad'ın bu isteği kabul edilmiş ve Türkler'le Haçlılar arasındaki ilk antlaşma olan 1444 tarihli Edirne-Segedin Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla beraber ortadan kaldırılan Sırp Despotluğu yeniden kurulmuş ve Osmanlı Devleti, aldığı toprakları iade etmiştir. II. Murad'ın tahtı, 12 yaşındaki oğlu II. Mehmed'e (İstanbul Fethi'nden sonra Fatih Sultan Mehmet) bırakarak Manisa'ya çekilmesi üzerine Haçlılar, bu fırsattan yararlanmak için Edirne-Segedin Antlaşması'nı bozmuşlar ve ardından II. Murad tahttaki oğluyla devlet adamlarının çağrıları sonucu tekrar tahta geçerek Macar kralı III. Ladislas komutasındaki Haçlılar'ı, 1444 tarihli Varna Muharebesi'nde mağlup etmiştir. Bu gelişmeler ve daha sonraki II. Kosova Muharebesi gerçekleşirken Sırp despotu Vilkoğlu (Yorgi Brankoviç) tarafsızlığını korumuş fakat Osmanlı Devleti'nin sıkıntılı olmasından faydalanarak Türkler'in elindeki bazı kaleleri işgal etmiştir. Buna karşın Osmanlı Devleti, yeni ve büyük bir savaşın gerçekleşmemesi için Sırbistan işinin hallini uygun bir zamana bırakmıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.13</ref>
Birinci Sırbistan Seferi (1454)
Sultan II. Murad'ın ölümü ve İstanbul'un Fethi'nin ardından Vilkoğlu, Edirne'de bulunan Fatih Sultan Mehmet'e bir heyet göndererek hem fethi tebrik etmiş hem de Osmanlılar'a aitken işgal etmiş olduğu bazı kalelerin anahtarlarını takdim etmiştir. Bu heyeti gönderdiği esnada da Papa'nın teşvikiyle Osmanlı Devleti'ne karşı hazırlanmak istenen yeni bir Haçlı Seferi'ne iştirak etmek üzere Macarlar'la görüşmeyi ihmal etmemiştir. Osmanlı Devleti'yse bu görüşmeyi casuslar vasıtasıyla öğrenmiş ve ona göre hazırlık yapmıştır. Osmanlı divanı, Vilkoğlu'nun gönderdiği heyete; kendilerine anahtarları takdim edilen kalelerden başka yine Osmanlı Devleti'ne aitken Vilkoğlu'nun işgal etmiş olduğu diğer kalelerinde anahtarlarını istemiştir. Ancak bu talep reddedilmiş ve 1454 ilkbaharında Sırbistan üzerine sefer açılmıştır. Osmanlı taarruzunu haber alan Vilkoğlu, Türkler'in başkent olan Semendire üzerine yürüyeceğini düşünerek kaleyi iyice tahkim etmiş ve kumandanlarından birisini oraya bırakmış, hazinelerini de Türkler'in Sivricehisar adını verdiği Ostroviç kalesine koyarak ailesiyle beraber Macaristan'a kaçmıştır. Osmanlı kuvvetleriyse iki kola ayrılmış ve bir kol Semendire üzerine diğer kolda Ostroviç üzerine taarruz etmiştir. Akıncılar da Sırbistan'ın diğer şehirlerine akın yapmıştır. Semendire şehrinin dış istihkamları alınsa da kale fethedilememiş ve buranın fethinden vazgeçilmiştir. Ostroviç muhafızlarıysa canlarına dokunulmaması şartıyla teslim olmuştur. Bu gelişmelerin ardından Osmanlı Ordusu İstanbul'a dönerken, Erdel voyvodası Hünyadi Yanoş'la Sırp despotu Vilkoğlu'nun Sırbistan'a saldırması ihtimalini karşı Firuz Bey kumandasında 32.000 kişilik bir kuvveti Sırbistan'da bırakmıştır. Nitekim bu tahmin doğru çıkmış ve Macar Krallığı, Sırbistan'a taarruz etmiştir. Firuz Bey bu taarruzu önleyememiş ve yaptığı muharebede mağlup olarak esir düşmüştür. Vidin'le Niş arasındaki Türk toprakları da Macarlar tarafından tahrip edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine bizzat Fatih Sultan Mehmet sefere çıkmıştır. Fatih, Şehirköyü'ne ilerlerken Hünyadi Yanoş Macaristan'a dönmüş ve yalnız kalan Vilkoğlu, anlaşmak üzere Osmanlılar'a bir heyet göndermiş ve bu yüzden Fatih, geri dönmüştür. Yapılan antlaşmayla Vilkoğlu, Osmanlılar'ın fethettiği yerlerin onlarda kalmasını ve yıllık 30.000 filori vergiyle talep olması durumunda asker göndermeyi kabul etmiştir. Sırp despotuyla yapılan bu antlaşma, Fatih Sultan Mehmet'i memnun etmese de bir süreliğine bu kadarla yetinilmiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.13-15</ref><ref>Kritovulos, s.101</ref><ref>Âli, II. Cilt, s.48</ref><ref>Lütfi Paşa Tarihi, s.184</ref><ref>Hammer, III. Cilt, s.18</ref>
İkinci Sırbistan Seferi (1455)
1455 yılı içerisinde hudut komutanlarından Evrenuzoğlu İsa Bey hükûmete; yıl içerisinde Sırbistan'ın fethinin kolay olacağı yönünde istihbaratlar iletmiş ve ilk düzenlenen seferdeki kısmî başarısızlığı gidermek amacıyla tekrar sefere çıkılmıştır. Tâcü't-teravih; bu seferin Sırp despotunun ölümü sebebiyle düzenlendiğini yazsa da İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre Vilkoğlu 1455 yılında değil 1457 yılında ölmüştür ve bu bilgi yanlıştır.<ref name="uzunçarşılı7bas2c15s">Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.15</ref>
Osmanlı Ordusu, Kratova'ya ulaştığı zaman toplanan harp meclisinde Novoberda'nın (Novoberdo) fethedilmesine karar verilmiştir. Gümüş madenleriyle meşhur olan bu şehir önceden Osmanlılar tarafından fethedilmiş olsa da Edirne-Segedin Antlaşması gereği tekrar Sırplar'a terkedilmiştir. Nitekim şehir kuşatılmış ve kırk gün topla dövüldükten sonra 1455 Haziran ayında teslim olmuştur. Tarihçi Kritovulos, Novoberda'nın böyle alındığının yazsa da diğer bir kaynak olan Joseph von Hammer'sa şehrin hücumla alındığını yazmaktadır.<ref>Hammer, Atâ Bey Tercümesi, III. Cilt, s.20</ref><ref>Tarih-i Sultan Mehmet Hân-ı Sânî, s.101</ref> Novoberda'nın ardından yine madenleriyle meşhur olan Tirbiçe (Banice) şehri de fethedilmiştir. Bu fetihlerin ardından Fatih Sultan Mehmet geri dönerken ceddi I. Murad'ın Kosova'da bulunan türbesini ziyaret etmiş ve oradan Selânik'e, Selânik'ten de Edirne'ye varmıştır.<ref name="uzunçarşılı7bas2c15s"/>
Belgrad Kuşatması (1456)
Şablon:Ana Osmanlılar'ın, Tuna Nehri'nin kuzeyinden gelebilecek tehlikelere karşı Sırbistan'ı koruyabilmeleri için tüm Tuna boylarının ve özellikle de müstahkem bir kale olan Belgrad'ın elde bulunmasıyla mümkündü. Bu yüzden II. Murad döneminde Evrenuzoğlu Ali Bey Belgrad'ı kuşatmış fakat Macar Krallığı'nın Erdel (Transilvanya) voyvodası Hünyadi Yanoş'un, Erdel'e akın yapan Osmanlı akıncılarına karşı birbiri ardına kazandığı zaferler ve ardından Osmanlı hududunu aşarak taarruza başlaması sebebiyle kuşatma zorunlu olarak kaldırılmıştır (1440). Şimdi gerçekleştirilecek kuşatma esnasında da Sırp despotu ve Hünyadi Yanoş'un tehlikeye yaratma riski sebebiyle Fatih Sultan Mehmet, yapacağı seferin başarılı olabilmesi için sağlam hazırlıklar yapmıştır. Bu kapsamda 1456 kışını Edirne'de geçiren Fatih Sultan Mehmet, Morava Nehri kıyısındaki Grasovaç'ta toplar döktürmüş ve bunları Tuna Nehri kıyısına naklettirerek Hırsova'ya yollamış, toplar orada Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa'ya teslim edilmiştir. Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra Fatih komutasındaki Osmanlı Ordusu, Sofya üzerinden Sırbistan'a girmiş ve Sırp despotu Macaristan'a kaçmıştır. Belgrad önlerine gelen Osmanlı Ordusu'ysa şehri karadan kuşatmıştır. Belgrad kalesi, bir yarımada olarak Tuna'yla Sava nehirlerinin birleştiği mahalde nehirlerin girdabındaki yüksek ve sarp yerde olup iyice tahkim edilmiş, karadan da içi su dolu geniş hendeklerle çevrilmiştir. Belgrad, Orta Avrupa'yla Balkanlar arasındaki bir kapı olduğu için bu kuşatma Orta Avrupa'da önemle karşılanmıştır. Papa III. Callixtus, buranın düşmemesi için çaba sarf ederek Hünyadi Yanoş'u tahrik etmiş ve cesaretlendirmiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.15-16</ref>
Kuşatma sürerken Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa, bir kısım kuvvetle Macaristan tarafına geçerek kaleyi kurtarmak için gelecek olan Macar kuvvetlerine karşılamayı teklif ettiyse de Rumeli akıncıları ve sancakbeyleri bu teklife sıcak bakmamışlardır. Aynı zamanda Vidin'de toplanmış olan Osmanlı Donanması, Segedin'den gelecek Macar desteğine karşı koymak için nehir vasıtasıyla Belgrad'a gelmiş fakat Hünyadi Yanoş'un donanmasına mağlup olmuştur. Kara tarafındaki hendeği doldurmuş olan Türk kuvvetleri şiddetli bir hücumla Belgrad'a girerken diğer taraftan şehrin desteğini gelen Hünyadi Yanoş'da içeri girmiş ve iki taraf arasında şiddetli vuruşmalar gerçekleşmiştir. Nitekim Türkler'in dağınıklığından istifade eden Hünyadi Yanoş, taarruz ederek onları bozguna uğratmış ve hücumu Osmanlı karargahına kadar ilerletmiştir. Bu tehlikeli durumda vezirlerden biri, kendisine bir zarar gelmemesi için Fatih Sultan Mehmet'e karargahı terketmesini teklif etmiştir. Ancak Fatih "Düşmandan yüz döndürmek sıngın nişanıdır." yani bozgunculuk alametidir sözleriyle bu teklifi reddetmiş ve üzerine hücum eden üç Macar askerini bizzat kendi eliyle öldürmüştür. Bu sırada cesareti artan asker ve zamanında yetişen süvari kuvvetleri karşı taarruzla Macarlar'ı, ordugahtan çıkarmışlardır. Savaş esnasında Fatih Sultan Mehmet, kalçasından yaralanmış hatta Osmanlı sınırları dışında öldüğü sanılmıştır. Örneğin Fatih, Arnavutluk'taki Berat'ın fethi ve İskender Bey'in Evrenuzoğlu tarafından mağlup edilmesi üzerine 1455 yılı Aralık ayında birtakım hediyelerle beraber Memlûk sultanı İnal'a Emîr Hoca Cemaleddin Abdullah adında bir elçi göndermiştir. Elçinin tam döneceği sırada Fatih'in öldüğü haberi Memlûk ülkesine ulaşmış fakat bir müddet sonra bunun doğru olmadığı anlaşılınca sevinç alameti olarak üç gün boyunca Kal'atü'l-Cebel'de (Memlûk sultanlarının oturduğu kale) beşaretler çalınmıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.16-18</ref><ref>Dursun Bey, Tarih-i Ebû'l-feth, s.72</ref><ref>Âşık Paşazâde, s.147</ref><ref>Havadisü'd-dühûr, Ayasofya Kütüphanesi, nr. 3185, s.322</ref>
Fatih Sultan Mehmet'in, karargâha saldıran düşmana karşı gösterdiği dirayet ve cesaret çok büyük bir bozgunu ve Avrupalılar'ın bu bozgundan cesaretlenerek yeni bir Haçlı Seferi düzenlemelerini önlemiştir. Bu mücadeleden sonra Macarlar, ağır kayıplar vermiş ve geri çekilmiştir. Osmanlı Ordusu'ysa, Belgrad'ın fethini gerçekleştiremeyerek Temmuz 1456'da kuşatmayı kaldırmıştır. Aynı zamanda Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer'ın kayıtlarına göre Osmanlı Ordusu, 24.000 asker ve 300 top kaybetmiştir. Çatışmalar devam ederken yaralanan Hünyadi Yanoş, yarasından dolayı 11 Ağustos 1456'da ölmüştür. Yine kuşatma esnasında hayatını kaybeden Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa'nın yerine, Veli Mahmud Paşa yeni Rumeli beylerbeyi olmuştur.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.18</ref>
Dördüncü Sırbistan Seferi (1458-1459)
Osmanlı kuvvetleri, Belgrad'dan çekildikten sonra tekrar Sırbistan'a yönelmiştir. Bu dönemde Sırp despotu Vilkoğlu (Yorgi Brankoviç), husumetli olduğu Hünyadi Yanoş'un kayınbiraderi ve Macar Krallığı'nın Belgrad valisi olan Mihail tarafından yakalanarak hapsedilmiş ve 30.000 altın karşılığında serbest kalmıştır. İhtiyar Brankoviç'in 1457 yılında ölmesiyle beraber geriye Greguvar, Etyen (İstefan) ve Lazar adlarında üç erkek çocuğula Mara (Meryem Sultan) adında bir kız evladı kalmıştır. Brankoviç'in ölümüyle birlikte üçüncü oğlu Lazar idareyi ele almış ve kendisinin despotluğunu tanımamaları ihtimaline karşı diğer iki kardeşini ülkeden uzaklaştırmıştır veya bazı kaynaklara göre biri ayrı biri ayrı yolla kaçmışlardır. Daha sonra Yorgi Brankoviç'in sevetini yanlarına alan annesi İren, kız kardeşi Mara ve erkek kardeşi Greguvar, Osmanlılar'a kaçmışlardır. Fakat İren yakalanmış ve kederinden dolayı ölmüştür. Bazı kaynaklar Lazar'ın, İren'i zehirlettiğini belirtirler. Geçmişte II. Murad'dan dul kalan ve Fatih Sultan Mehmet'in üvey annesi olan Mara'ya (Meryem Sultan), Sırbistan üzerindeki hakkını muhafaza edeceği vaadiyle Fatih tarafından Serez'in güneyindeki Yezevo Manastırı mülk olarak verilmiş ve kendisinin huzur içinde yaşaması sağlanmıştır. Yeni Sırp despotu Lazar, bu ailevi meseleler dışında Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek hakimiyetini tanıyarak yıllık 20.000 düka vergi vermeyi kabul etmiştir. Ancak Lazar'ın bir yıl sonra, 1458'de ölmesiyle Sırbistan, Lazar'ın karısı Elen ve küçük kızına kalmıştır. Elen, kendisine muhalif olanların Osmanlı padişahının yanında bulunması sebebiyle Sırbistan'ın elinden alınması ihtimaline karşı Sırbistan'ı, malikâne olarak Papa'ya peşkeş çekmiş ve kızını Bosna kralının oğluyla nikâhlamıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.18-19</ref><ref>Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmed Hân-ı Sâni, s.111</ref>
Lazar'ın ölümü; Osmanlı hükûmeti tarafından duyulunca hudut kumandanı Ali Bey (ya da Ali Bey oğlu Ahmed Bey), kendisine verilen emirle Sırbistan'a girmiştir. Ayrıca Rumeli beylerbeyi Veli Mahmud Paşa el altından Ortodoks Sırp beylerini, Sırbistan'ı Papa'ya hediye eden Elen'e karşı kışkırtmıştır. Bu kışkırtmalar sonucu Ortodoks Sırp beyleri, Veli Mahmud Paşa'nın kardeşi olan Mişel Abogoviç adındaki bir sergerdeyi kendilerine reis seçerek ayaklanmışlardır. Ancak Elen kurnazca davranarak yumuşaklık göstermiş ve Abogoviç'i, başkent olan Semendire kalesine almıştır. Ardından da onu tutuklayarak Macaristan'a göndermiş ve ayaklanmaları sonlanmıştır. Bu gelişmiler üzerine Osmanlı hükûmeti, Sırbistan sorununu kesin bir şekilde halletmeye karar vermiş ve Fatih Sultan Mehmet, Mora üzerine sefere giderken Veli Mahmud Paşa'nın emrine 1.000 kadar Yeniçeri vermiş ve onu Sırbistan üzerine göndermiştir. Mahmud Paşa, Semendire çevresindeki bazı mühim kaleleri aldıktan sonra Semendire'yi kuşatmıştır. Şehrin dış müstahkemleri düşürse de asıl kaleyi fethedememiş ve kuşatmaya kaldırmıştır. Daha sonra Semendire Çayı'yla Belgrad arasında bulunan, 1456 yılında Belgrad üzerine yapılan sefer esnasında Fatih Sultan Mehmet'in fethettiği Güzelcehisar kalesini tamir ettirip içine asker koyan Veli Mahmud Paşa, gümüş madenleriyle meşhur olan Ostroviç (Sivricehisar) üzerine gelip burayı ikinci kez Osmanlı topraklarına katmıştır. Buradan sonra demir madenleriyle meşhur olan Rodnik taraflarını da ele geçiren Mahmud Paşa, yine eskiden Osmanlılar tarafından fethedilen Böğürdelen'i (Şabaç) ikinci kez fethetmiş ve Macaristan taraflarına bir akın düzenlemiştir. Bu esnada Mora seferinden dönen Fatih Sultan Mehmet, Mahmud Paşa'yla buluşmuş ve kendilerine, Macarlar'nı taarruz ettikleri ancak mağlup edildikleri haberi ulaşmıştır. Sırbistan işini tamamen halletmeye karar veren Fatih Sultan Mehmet; Mahmud Paşa'yı, Semendire'nin fethiyle görevlendirmiştir. İsyan eden Pizren'i itaat altına almakta olan Mahmud Paşa, emri alır almaz çevresindeki kaleler alındığı için yalnız kalan Semendire'yi kuşatan birliklere katılmıştır. Karşı koyma ümidi kalmayan Elen, hazineleriyle birlikte gitmek şartıyla 8 Kasım 1459 tarihinde teslim olmuş ve 7 Kasım 1476'da, çekilmiş olduğu bir manastırda ölmüştür. Semendire'nin fethiyle<ref group="Not">Tarih-i Ebû'l-feth ile Tâcü't-teravih, Semendire'nin fethinde Fatih Sultan Mehmet'in bulunduğunu yazarlarsa da Hammer, Mahmud Paşa'ya işaret eder. Âli tarihiyse, padişah Sofya'ya gelince Bosna kralının, Semedire'yi satın aldığını ve buranın Türkler'in eline geçmesini uygun gördüğünden dolayı Semendire'nin teslim olduğunu yazar.</ref> beraber Sırbistan, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmış ve Semendire Sancakbeyliği kurularak sancakbeyliğine bir akıncı kumandanı olan Mihaloğlu Ali Bey getirilmiştir. Böylece Belgrad hariç tüm Sırbistan, tamamen Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. Aynı zamanda Semendire, Belgrad'ın Fethi'ne kadar Macaristan üzerine yapılacak akınlar için ve kuzeyden gelebilecek taarruzlara karşı iyi bir üs olmuştur.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.19-21</ref>
Mora Seferleri (1458-1460)
Birinci Mora Seferi (1458)
İstanbul'un Fethi'nin gerçekleştiği zamanlarda Mora Yarımadası'nda, Bizans imparatoru Konstantin'in kardeşleri ve dolayısıyla Paleologos Hanedanı'ndan Dimitriyos ve Tomas; Kantakuzen Hanedanı'ndansa Suchetai lâkaplı Jorj Kantakuzen'in oğlu olan ve bir müddet Lakonya'daki Mycénes kasabasına hâkimlikte bulunan Manuel Kantakuzen bulunmaktaydı.
İstanbul'un Fethi'nin ardından Dimitriyos ve Tomas, İtalya'ya kaçmaya teşebbüs etmişlerdir. Çünkü Paleologos Hanedanı'nın Bizans hakimiyeti üzerindeki eski rakipleri olan Kantakuzenler, İstanbul'un Fethi üzerine muhalefete geçmişler ve bunların tahrikiyle Mora'daki Arnavutlar isyan ederek hakimiyeti ele almak istemişlerdir. Bu yüzden Dimitriyos ve Tomas, Osmanlılar'dan yardım isteyerek yıllık 12.000 düka vergi vereceklerini bildirmişlerdir. Bunun üzerine Turahanoğlu Ömer Bey, akıncı kuvvetleriyle Mora'ya girmiş ve iki kardeşin muhaliflerini bertaraf etmiştir. Fakat muhaliflerin ortadan kalkmasının ardından Dimitriyos ve Tomas, el birliğiyle durumlarını düzeltmek ve güçlenmek yerine imparator olmak için birbirlerine düşmüşlerdir. Çünkü Konstantin'in ölümünden sonra Mora'nın ileri gelen nüfuzlu şahsiyetleri, büyük olan Dimitriyos'u imparator ilan etmek isteseler de açgözlü ve zalim olan Tomas bunu kabul etmemiştir. Nitekim yarımada ikisinin arasında paylaştırılmış ve her iki kardeşte birbirlerine karşı düşmanca bir tavır almışlardır. Dimitriyos Sparta'yı, Tomas'sa Patras şehrine kendisine merkez olarak seçmiştir. Ardından birbirleriyle savaşmaya başlayan iki kardeş mücadelelerinde Mora Arnavutları'ndan yardım alarak birbirleriyle mücadele etmişler ve Osmanlılar, bir müddet bu duruma seyirci kalmışlardır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.21-22</ref><ref>Cantacasin, Petit Traicté'si sonundaki Ch. Schefer notları</ref>
İki kardeş arasındaki mücadeleler sürerken Arnavutlar, Tomas taraftarı olmuş ve bazı entrikalar sonucunda Dimitriyos'a ait olan bazı kaleler Tomas'ın eline geçmiştir. Bu yüzden Dimitriyos, ailesi ve çocuklarıyla beraber Monemvasia kalesini sığınmış ve bu kale Tomas tarafından kuşatılmıştır. Zor durumda kalan Dimitriyos, Fatih Sultan Mehmet'e elçi göndererek yardım istemiştir. Nitekim Tomas'ın verdiği sözleri yerine getirmemesi, vergisini yollamayarak kendisine gönderilen vergi memuruna karşı istiklâl göstermesi ve Latinler'le ittifak yapması üzerine Tomas'a karşı bir sefer açılmasına karar verilmiştir. Fatih Sultan Mehmet, siyaseti icabı amacını belli etmemek için Rumeli beylerbeyi Veli Mahmud Paşa'nın emrine 1.000 kadar Yeniçeri vererek onu Sırbistan'ın Fethi ve Macar Krallığı'nın taarruzlarına karşı ihtiyat olarak kuzeye göndermiştir. Ardından harekete geçerek Serez şehrinde tertibatını almış ve 1458 yılının Mayıs ayında Mora'ya girmiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.22</ref>
Mora'nın Fethi'ni, Osmanlılar için mühim kılan birçok sebep bulunmaktaydı. Çünkü Mora Yarımadası'nda bulunan Bizans imparatoru Konstantin'in kardeşleri, İstanbul'un Fethi'yle ortadan kaldırılan Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmak niyetindeydiler. Bu yüzden Bizans'ın yeniden kurulma amaçlarının söndürülmesi açısında buranın fethi önemlidir. Ayrıca Mora'nın elde edilmesi durumunda İtalya'ya karşı yapılacak seferlerde önemli bir üs kazanılacaktı. Çünkü elindeki toprakların yanından Balkanlar'ı da nüfuz altına alarak bir Akdeniz İmparatorluğu kurmak isteyen Aragon ve Napoli kralı Alfonso, Arnavutluk prensi İskender Bey'i kendisinin hakimiyetini tanımaya ikna ettiği gibi aynı tarihte yani 5 Şubat 1451'de Dimitriyos'la da Mora'yı, kendi nüfuzu altına alacak bir antlaşma imzalayarak onu, Türkler'e karşı himaye altına almıştır. İşte bu suretle Alfonso, Arnavutluk ve Mora'yı Osmanlılar'a karşı kendisine üs yapmak istemiş fakat Osmanlılar daha erken davranarak kendi plânlarını uygulamaya koymuşlardır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.22-23</ref>
Teselya'ya giren Osmanlı kuvvetleri, Korent'e (bugünkü Korint) doğru ilerlemişler ve Türkçe Osmanlı arşivlerine göre, Mora'ya girmeden önce Filke'yi almışlardır. Avusturyalı tarihçi Hammer'sa, Kuzey Mora'daki Filyos'un alındığını beyan eder ki Filyos'un alınması ancak Mora'ya geçildikten sonra gerçekleşebilir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre Filke ve Filyos iki ayrı kaledir. Çünkü Filke kalesi hemen alınmıştır ve Hammer, Fatih Sultan Mehmet'in Filyos kalesini kuşattığını fakat fethini sonraya bırakarak diğer kaleler üzerine gittiğini yazarak bunların iki ayrı kale olduğunu anlatmıştır. Nitekim Filke alındıktan sonra çevresindeki coğrafi koşullar sarp, müstahkem ve üç kat surla çevrili oluşu sebebiyle fethi zor olan Korent şehri ve kalesi, Anadolu kuvvetleri tarafından kuşatılmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Mora'nın kapısı olan bu şehrin düşmesini beklemeyerek Mora'ya girmiş ve birçok kaleyle şehri fethederek aldığı müstahkem yerlere asker koymuştur. Dört ay sonra döndüğündeyse Korent hayla dayanmaktaydı. Fatih Sultan Mehmet, Mora'nın anahtarı olan Korent'in fethinin, Mora'nın Fethi'ni kolaylaştıracağı için kesinlikle buranın elde edilmesini istemiştir. Ancak kale üzerine yapılan hücumlarda ağır kayıplara uğranılıyordu ve bu yüzden yapılan son müzakerede şehrin, açlıkla düşürülmesine karar verilmiştir. Açlıktan perişan olan kale halkı bu sırada Dimitriyos'un gönderdiği elçi ve aynı zamanda Halkondil tarihine göre Korent beyi olan Mateos Asanes'in ara buluculuğuyla teslim olmuştur.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.23</ref><ref>Atâ Bey tercümesi, c.111, s.41</ref><ref>Kritovulos, s.123</ref> Şablon:Quote box Mora despotları Tomas ve Dimitriyos'la Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalan antlaşma neticesinde Mora Yarımadası'nın sahilinde bulunan ve Venedik Cumhuriyeti'nin elinde bulunan Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı limanları hariç Mora'nın üçte birini teşkil eden Ahaiya (Patras ve Korent'le beraber Kuzey Mora) tamamen; diğer kısımları da vergiyle Türk nüfuzu altına girmiştir. Türk topraklarına katılan Mora Sancakbeyliği'ne Temmuz 1458'de akıncı kumandanlarından Turahanoğlu Ömer Bey tayin edilmiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.24</ref>
Bu ilk Mora seferi esnasında, dükalık şeklinde idare edilen Atina şehri de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'na vergi vermekte olan Atina dükası Neri veya Hammer'ın kayıtlarına göre Rainer öldüğü zaman geriye küçük yaşta bir çocuk bırakmıştır. Rainer'in karısıysa Osmanlı hükûmetine bir heyet gönderip çocuğunun sorumluluklarını üstlendiğini bildirip idareyi ele almıştır. Bir müddet sonra bu kadın, ticaret amacıyla Atina'da bulunan Venedikli bir asilzâdeye aşık olmuş ve ona, Venedik'te bulunan ailesini terk etmesi durumunda kendisiyle evlenip tüm servetini vereceğini söylemiş ve Venedikli asilzâde de onun dediği gibi yaparak Venedik'ten sonra tekrar Atina'ya dönerek bu kadınla evlenmiş ve Atina dükalığını eline almıştır. Fakat Atinalılar bu kadını sevmeyip ona nefretle baktıkları için kendisini istemeyerek durumu Osmanlı hükûmetine bildirmişlerdir. Bu yüzden öldürüleceğinden korkan Venedikli prens, Rainer'in çocuğunu yanına alarak Osmanlılar'a kaçmış olduğundan Osmanlı hükûmeti, Atina dükalığını Rainer'in yeğeni Franko'ya vermiştir. Atina'ya gelip işi ele alan Franko, önce yengesi olan Rainer'in karısını hapsedip büyük bir ihtimalle öldürtmüştür. Bunun üzerine kadının ikinci kocası olan Venedikli prens, yeni Atina dükası Franko'yu şikayet etmiştir. Bütün olanları öğrenen Fatih Sultan Mehmet, Mora'dan ayrılmadan önce Mora Sancakbeyi Turahanoğlu Ömer Bey'i Atina üzerine göndererek dükalığın, Franko'dan alınmasını emretmiştir. Ömer Bey, herhangi bir olay meydana gelmeden Franko'yu ikna ederek Atina'yı ele geçirmiştir. Böylece Atina Dükalığı ortadan kaldırılarak bölge doğrudan doğruya Türk idaresine girmiş ve Fatih Sultan Mehmet 1458 yılında bizzat gelerek Atina'daki âbideleri gezmiştir. 1460 yılında çıktığı İkinci Mora Seferi'nde Fatih Sultan Mehmet, Franko'nun (tam adı Franko Akçiyaöli) müstakil bir dükalık kurmak istediğini öğrenmiş ve Atina'nın nüfuzlu şahsiyetlerinden on kişiyi rehin olarak İstanbul'a göndermiş ve Zağanos Paşa vasıtasıyla Franko'yu öldürmüştür.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.24-25</ref><ref>Halkondil, 1632, s.194-195</ref>
Birinci Mora Seferi sonucunda; Korent ve Patras dahil olmak üzere Ahaiya'yla (Kuzey Mora) Atina Dükalığı; Türk toprağı olmuş ve birbirleriyle mücadele eden Tomas'la Dimitriyos arasında geçici olsa da bir barış sağlanmıştır. Ayrıca Aragon ve Napoli kralı Alfonso'nun plânlarına darbe vurulmuş ve Bizans'ın, Mora despotları Tomas ve Dimitriyos ya da herhangi biri tarafından diriltilmesi önlenmiştir.
İkinci Mora Seferi (1460)
Tomas Paleolog, yeminle sağlanan barıştan üç ay sonra özellikle Mora Arnavutları'na güvenerek barışı bozmuş ve hem kardeşi Dimitriyos'la hem de Osmanlılar'la mücadelere başlamıştır. Bu hareket duyulur duyulmaz Mora sancakbeyi Turahanoğlu (ya da Turahanzâzade) Ömer Bey, sancakbeyliğinden azledilerek yerine Hamza Bey getirilmiştir. Tomas'a karşı zor durumda kalan Dimitriyos'sa, Korent kuşatmasında elçi olarak Osmanlılar'a gönderdiği Mateos Asanes'i tekrar elçi olarak Osmanlılar'a göndererek yardım istemiştir. Kendisine bir yardım yapılsa da bu, herhangi bir fayda göstermediği için tekrar yardım istemiştir. Dimitriyos Osmanlılar'dan yardım isterken aynı zamanda Tomas da Milano Dükalığı'ndan yardım istemiş ve gelen kuvvetlerle kendi kuvvetlerini birleştirip Türkler'in Ahaiya kalelerini almaya çalışsa da başarılı olamamıştır. Ancak Tomas ve Dimitriyos, birbirleriyle yaptıkları mücadele yüzünden ne kadar zarar gördüklerini anlayıp Sparta metropolitinin ara buluculuğuyla barışmış ve ittifak yapıp yeminleşmişlerdir. Bu ittifak Osmanlı hükûmetince haber alınınca durum Mora sancakbeyinin pasifliğine bağlanmış ve işin ciddiyeti sebebiyle Mora'ya Zağanos Paşa gönderilmiştir. Bu esnada Kalamata'yı kuşatmakta olan Tomas, Osmanlılar'a karşı olmaktan bir fayda gelmeyeceğini anlamış ve Osmanlı hükûmetine başvurarak anlaşmak istemiştir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın faaliyetleri sebebiyle Doğu Anadolu seferine hazır olmak ve bölgeye asker göndermek isteyen Fatih Sultan Mehmet, bazı hafif şartlarla Tomas'la anlaşıp Mora tarafından emin olmak istemiştir. Bu yüzden Tomas'ın; Türkler'e ait olduğu halde zaptettiği kaleleri geri vermesi ve yıllık vergisinden ayrı olarak 10.000 düka savaş tazminatı ödemesi şartlarıyla antlaşma yapılmıştır. Fakat Tomas'ın takdim etmesi gereken meblâğı göndermemesi sebebiyle Akkoyunlular üzerine yapılacak sefer ertesi yıla bırakılmış ve Fatih Sultan Mehmet, bizzat Mora üzerine sefere çıkmıştır. Osmanlı kuvvetleri, Korent'e ulaştığı zaman Tomas'ın üzerine gitmeden önce birdenbire Sparta üzerine gitmiş ve Dimitriyos teslim teklifine kabul ederek şehri teslim etmiştir. Ardından Kasteriçe, Avarin ve Arkadya birer birer fethedilmiştir. Karşı koymak isteyerek sahilde bulunan Matina kalesine çekilen Tomas, tüm şehirlerini kaybettikten sonra en son çekildiği Kalamata'yı da terkederek ailesi ve çocuklarıyla beraber sahildeki Pilus limanından ellişer çifte iki gemiye binerek önce Ayamavra Adası'ndaki Arta despotunun yanına, oradan da Roma'daki Papa II. Pi'nin yanına kaçmıştır. Papa II. Pi, Tomas'a 300 düka aylık tahsis etmiş ve daha sonra bu meblâğa 200 düka da kardinaller tarafından eklenmiştir. Tomas, 12 Mayıs 1465'de Roma'da ölmüştür. Aynı zamanda Tomas, ölmeden önce Bizans İmparatorluğu tacını Fransa kralı VIII. Şarl'a satmıştır. Teslim olup Fatih Sultan Mehmet'in yanına gelen diğer despot Dimitriyos'sa, kendisine ikâmetgâh olarak gösterilen Enez limanına yerleşmiş ve kendisine oradaki tuz madenlerinden yıllık 60.000 akçe tahsis edilmiştir. Despot Dimitriyos, dürüst hareket ederek siyasi entrikalardan uzak durmuş ve son zamanlarında David adına alıp rahip elbisesi giyerek dinî bir hayat geçirmiştir. Enez'deki tuz madenlerinin gelirlerinden kendisine tahsis edilen yıllık 60.000 akçeyle refah içerisinde yaşayan Dimitriyos, Fatih Sultan Mehmet'in her Edirne'ye gelişinde onun huzuruna çıkarak kendisine saygı göstermiştir. Kızını Fatih Sultan Mehmet'le nikâhlayan Dimitriyos, 1471 senesinde ölmüştür. Kritovulos, yıllık vergi karşılığında Enez limanıyla Limni, İmroz, Taşoz ve Semadirek adalarını idare etme görevinin Dimitriyos'a verildiğini ve kendisinin, Enez'de oturduğunu yazmaktadır. Nitekim Venedikliler'in elindeki bazı limanlar hariç Mora fethedildikten sonra Mora despotlarının durumu buyken yarımadadaki fethedilen kalelerin lüzumlu olanları tamir ettirilerek içine asker konmuş, lüzumsuz olanları da yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Mora halkının bir kısmı da İstanbul'a nakledilmiş ve yerlerine Türkmenler iskân edilmiştir. İkinci Mora Seferi'yle beraber Venedikliler'in elinde bulunan Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı limanları dışında tüm Mora Yarımadası Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ayrıca Aragon ve Napoli kralı Alfonso'nun, Mora'yı Osmanlılar'a karşı kullanma ve Mora'daki despotların, Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurması gibi tehlikeler bertaraf edilmiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.25-26</ref>
Karadeniz Seferleri (1460-1461)
Osmanlılar; Doğu Anadolu ve Güney Anadolu haricindeki hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinin alıp önemli bir ticaret merkezi olan İstanbul'u fethettikten sonra toprakların güvenliği ve ticari üstünlük amacıyla Güney Karadeniz'i yani Karadeniz'in Anadolu kıyılarını almak istemişlerdir. Bu dönemde Anadolu'nun Karadeniz sahillerinde, batıdan doğuya doğru Osmanlılar'a ait bölgelerden sonra Ceneviz Cumhuriyeti'nin bir kolonisi olan meşhur ticaret şehri Amasra (Amasteri), Amasra'dan sonra Candaroğulları toprakları, Candaroğulları'ndan sonra Osmanlılar'ın Samsun şehriyle sahilleri ve bu bölgeden sonra Trabzon Rum İmparatorluğu bulunmaktaydı. Fatih Sultan Mehmet, Anadolu'nun Karadeniz kıyılarını tamamen ele geçirmek amacıyla gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra bir plân yapmıştır. Plâna göre birbiri ardına Cenevizliler, Candaroğulları ve Trabzon Rumları üzerine üç sefer düzenlenecekti. Nitekim bu plânla bir taşta üç kuş vurulmuştur.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.47</ref>
Amasra'nın Fethi (1460)
Anadolu'nun Karadeniz kıyılarında bulunan ve İstanbul'la Sinop arasındaki bölgede kalan Amasra (Amastris), küçük bir yarımada üzerinde bulunmaktaydı ve Ceneviz Cumhuriyeti'nin bir kolonisiydi. İstanbul'un Fethi'nin ardından Fatih Sultan Mehmet'in memurlar göndererek buradaki halktan ilim, fen, sanat ve ticaret insanlarını imar etmek istediği İstanbul'a getirttiği Amasra şehrinde, Cenevizliler'in idaresindeki kale ve şehirden başka birkaç da köy bulunmaktaydı. Bu köyler, Osmanlı hazinesine yıllık vergi verdiği gibi gemileri vasıtasıyla etrafa zarar vermekteydiler. Osmanlı Devleti, İstanbul'un Fethi'ne kadar ve fetihten sonra Cenevizliler'le iyi geçinerek onlarla bir ticaret antlaşması imzalamıştır. Cenevizliler, İstanbul'un Fethi'nin ardından Bizans zamanında olduğu gibi İstanbul'un hemen yanı başında bulunan Galata'nın kendilerinde kalmasını isteyen Cenevizliler'e cevap olarak Fatih Sultan Mehmet, Galata'nın kendi mülkü olduğunu ve buranın güçle değil halkın isteğiyle Osmanlı İmparatorluğu'na ilhak edildiğini söylemiştir. Bu yüzden Cenevizliler, Osmanlılar'a karşı düşmanca tutumlar sergilemeye başlamışlardır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.47-48</ref><ref>Kritovulos, s.128</ref><ref>Dursun Bey, Tarih-i Ebû'l-feth, s.96</ref><ref>La Colonia Genovese di Pera, Prof. Behçet Gücer tercümesi, s.19, 20, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi</ref><ref>Halkondil, 1632, s.198</ref>
Amasra'daki Cenevizliler'in varlığını ortadan kaldırarak bölgede Osmanlı hakimiyetine tesis etmek isteyen Fatih Sultan Mehmet, Sadrazam Veli Mahmud Paşa'yı 150 parçalık donanmayla Amasra üzerine göndermiş ve kendisi de karadan harekete geçerek önce Akyazı'ya, oradan da Hızıreli'ne ulaşarak en son Bolu'ya gelmiştir. Candaroğulları beyi İsmail Bey, Fatih Sultan Mehmet'in bir orduyla Bolu'ya geldiğini haber alınca seferin kendi üzerine olduğunu sanarak Kastamonu'dan Sinop'a çekilmiş fakat seferin kendi üzerine olmadığını anlayınca huzura kavuşmuş ve hediyeler takdim etmiştir. Amasra üzerine gidilirken deve ve diğer yük hayvanlarıyla top dökmek için çok miktarda tunç götürüldüyse de top dökmeye ihtiyaç kalmamıştır. Çünkü Cenevizliler'in Amasra valisine teslim olması için yapılan ilk teklif kabul edildiğinden Amasra savaşsız olarak fethedilerek Bolu Sancağı'na bağlanmış ve kaleye muhafız asker yerleştirilerek mühimmat konulmuştur. Fetihten sonra Amasra halkının bir kısmıyla buradaki Ceneviz valisi; evlatları ve maiyyetleriyle diğer önemli adamlarıyla beraber İstanbul'a gönderilmişlerdir. Şehrin korunması için Kastamonu'yla Safranbolu arasında yer alan ve Osmanlı-Candaroğulları sınırında bulunan Eflani kalesinin muhafızları, Amasra'ya nakledilmişlerdir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.48-49</ref><ref>Halkondil, 1632</ref>
Candaroğulları'nın Ortadan Kaldırılması (1461)
Amasra'nın savaşsız olarak fethedilmesinin ardından Fatih Sultan Mehmet, Bursa'ya dönmüştür. Fatih Sultan Mehmet Bursa'dayken Candaroğulları beyi İsmail Bey'e, Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine yapılacak seferle ilgili bir nâme göndermiştir. Bu nâmede Fatih Sultan Mehmet, Candaroğulları'nın toprağı olan Sinop limanına gelecek olan Osmanlı donanmasının tamir ve diğer ihtiyaçlarının İsmail Bey tarafından karşılanmasını, bu masrafların bedelinin de Candaroğulları'nın Bakırküresi hasılatından Osmanlılar'a vermekte olduğu meblâğdan temin edilmesini istemiştir. Ayrıca bu nâmede seferin Trabzon üzerine olacağını bildiren Fatih Sultan Mehmet, yine Bakırküresi gelirinden para hazırlanmasını da ekleyerek İsmail Bey'i şüphelendirmemeyi ve beyliğini Osmanlı topraklarına katmayı amaçlamıştır.<ref name="uzunçarşılı7bas2c49s">Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.49</ref>
1443 yılında İsmail Bey'in, babası İbrahim Bey'in yerine Candaroğulları beyi olduğu zaman İsmail Bey'in küçük kardeşi Kızıl Ahmed Bey bu durumu kabullenememiş ve Osmanlılar'a giderek kendisinin Candaroğulları beyi yapılmasını istemiş fakat bu isteği hemen gerçekleştirilmemiştir. Bolu Sancağı kendisine dirlik olarak verilen Kızıl Ahmed Bey'i Sadrazam Veli Mahmud Paşa himaye etmekteydi ve kendisi, 1461 yılında Candaroğulları üzerine düzenlenen sefer esnasında Osmanlı Ordusu'nda yer almıştır.<ref name="uzunçarşılı7bas2c49s"/>
Fatih Sultan Mehmet, Bursa'dan hareket ederek Ankara'ya ulaşmıştır. Fatih Sultan Mehmet Ankara'dayken, Karamanoğlu Kasım Bey bir miktar kuvvetle kendisine katılmıştır. Ayrıca Fatih, kendi tarafına çektiği İsmail Bey'in oğlu Hasan Bey'i tutuklatmış ve Sinop'un kendisine teslim edilmesi, Candaroğulları'nın Osmanlılar'a tâbi olarak yıllık 50.000 düka vergi vermesi koşullarıyla Kızıl Ahmed Bey'i Candaroğulları beyliğine tayin etmiş ve kendisini Sadrazam Veli Mahmud Paşa'yla beraber Kastamonu'ya göndermiştir. Durumu öğrenen İsmail Bey, Kastamonu'dan müstahkem Sinop'a çekilmiş ve beklemeye başlamıştır. Kastamonu'ya ulaşan Kızıl Ahmed Bey'yle Mahmud Paşa'ysa halk tarafından kabul edilmiş ve Kızıl Ahmed Bey, Candaroğulları beyi olmuştur.<ref name="uzunçarşılı7bas2c49s"/><ref>İbn Kemal, s.191</ref>
Kızıl Ahmed Bey ve Sadrazam Veli Mahmud Paşa'dan sonra Kastamonu'ya gelen Fatih Sultan Mehmet, Sinop üzerine gitmeden önce Mahmud Paşa'yı ileri sevketmiştir. Mahmud Paşa, Sinop üzerine gitmeden önce İsmail Bey'e bir mektup yazdırmıştır. Mahmud Paşa, bu mektupta padişahın kararlı olduğunu ve boş yere kan dökülmesini istemediğini bildirmiştir. Çatışma durumunda kendisinin zararlı çıkacağını bilen İsmail Bey, söz verilmesi koşulıula Sinop'tan çıkarak Mahmud Paşa'yla görüşmüş, kendisine hürmet gösterilmiştir. Böylece Karadeniz'in en müstahkem kalelerinden olan, 400 topu, 10.000 muhafızı ve 2.000 topçusu bulunan Sinop, Mayıs 1461'de barış yoluyla alınmıştır. Ayrıca o dönem için Napoli ve Aragon'la Venedik Cumhuriyeti gemilerinden sonra 900 tonluk en büyük ve İsmail Bey'e ait olan bir gemide Osmanlılar'ın eline geçmiştir. Osmanlılar'ın elinde böyle büyük bir gemi bulunmaması sebebiyle sonradan benzerleri yapıldığı için bu gemi, bir numune olmuştur. İsmail Bey'se Fatih Sultan Mehmet'le görüşmüş ve Fatih, alim olan bu zata hürmetle muamele etmiştir.<ref name="uzunçarşılı7bas2c50s">Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.50</ref>
İsmail Bey'e önce Yenişehir, İnegöl ve Yarhisar, oğlu Hasan Bey'eyse Bolu Sancağı dirlik olarak verilmiştir. Daha sonra da İsmail Bey'e Filibe Sancağı dirlik olarak verilmiş ve kendisi, vefatına kadar burada oturmuştur. İsmail Bey'den devralınan Kastamonu şehri, kendisinin kültürlü bir âlim olmasından dolayı önemli bir ilim merkezi konumundaydı. Ayrıca Kızıl Ahmed Bey, uzun süre elde etmek için uğraştığı Kastamonu beyliğinde çok az kalmıştır. 1461 yılında yani tayininden çok az sonra kendisini Mora sancakbeyliği verilse de kendisi Mora'ya gitmemiş ve Akkoyunlular hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına kaçmıştır. Bu yüzden Candaroğulları Beyliği sona ermiş ve Kastamonu, sancak olarak idare edilmeye başlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan, bir dönem burada sancakbeyliği yapmıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.50-51</ref><ref>Halkondil, s.206</ref><ref>Hammer, III. Cilt, s.59</ref>
Fatih Sultan Mehmet döneminde gerçekleşen fetihleri Tarih-i Ebû'l-Feth adlı eserinde anlatan ve Candaroğulları üzerine düzenlene bu seferde divan kâtibi olarak bulunan Dursun Bey, Mahmud Paşa'nın İsmail Bey'e göndermiş olduğu mektubu yazmıştır. Dursun Bey, bu seferin tarihini Hicrî 865 yılının baharı olarak göstermiştir ki bu Miladi 1461 yılına denk gelmektedir. Tarihçi Dukas ve Şair Acem Hâmidi de aynı tarihi vermektedirler. Yine İsmail Bey'in validesinin (annesi) Hicrî 865 tarihli vakfiyesinde İsmail Bey, Candaroğulları beyi olarak belirtilmektedir.<ref name="uzunçarşılı7bas2c50s"/><ref>Dukas, Bon tab'ı, s.342</ref>
Trabzon'un Fethi (1461)
1204 yılında Kudüs'ün Müslümanlar'dan geri alınması için düzenlenen Dördüncü Haçlı Seferi, çeşitli sebeplerle amacından sapmış ve Haçlı kuvvetleriyle Venedik donanması, Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'i (İstanbul) kuşatarak ele geçirmişlerdir. Burayı ele geçirdikten sonra bir Latin İmparatorluğu kuran Haçlılar, kendileri gibi Hristiyanlık'ın Katolik mezhebinden olmayan Ortodoks Rumlar'ı katletmeye başlamışlar ve başta Ayasofya Kilisesi olmak üzere Ortodoksluk'un kutsal mekânlarına zarar vermişlerdir. Bu yüzden Bizans'ı yöneten hanedanın mensuplarından ve ileri gelen Rumlar'dan kaçabilenler İstanbul'dan kaçmışlardır. Bizans'ı idare eden hanedan mensupları, Batı Anadolu ve Doğu Karadeniz'deki Bizans topraklarında iki ayrı devlet kurmuşlardır. Batı Anadolu'da, Bizans'ı idare eden Angelos Hanedanı'ndan Konstantin Laskaris tarafından İznik Rum İmparatorluğu, Doğu Karadeniz'deyse 1081-1185 yılları arasında yine Bizans'ı idare eden Komnenos Hanedanı'ndan Aleksi Komnen tarafından Trabzon Rum İmparatorluğu kurulmuştur. Trabzon Rum İmparatorluğu'na engel olmak isteyen ve Konstantin Laskaris'in ölümünden sonra İznik imparatoru olan Teodor Laskaris, Anadolu Selçuklu Devleti'yle 1205 veya 1206 yılında bir ittifak kurmuştur. Bundan dolayı dönemin Anadolu Selçuklu sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, Trabzon'u kuşatsa da şehrin fethini başaramamıştır. İlk kurulduğu yıllarda Batum'dan Karadeniz Ereğlisi'ne kadar olan Anadolu'nun Karadeniz kıyısındaki topraklara egemen olan Trabzon Rum İmparatorluğu'nun egemenlik alanı, 1214 yılında Anadolu Selçuklu sultanı İzzeddin Keykavus'un Sinop'u fethetmesiyle daralmıştır. Trabzon imparatorları, Selçuklu üstünlüğünü tanıyarak Anadolu Selçuklu Devleti'ne vergi vermişlerdir. Sinop'un fethi üzerine Trabzon imparatorları, Anadolu Selçukluları'na yıllık 10.000 altın, 500 at, 2.000 öküz, 10.000 koyun ve 50.000 yük çeşitli eşyadan oluşan vergiyi vermişlerdir. 1221 yılında Selçuklu ordusu Trabzon'un tekrar kuşatsa da şehrin fethine yine muvaffak olunamamış ve Trabzon Rumları, bir dönem vergiyi kesseler de sonradan yıllık 200 mızrak ve icabında 1.000 kadar asker vermeyi kabul etmişlerdir. Nitekim 1243 yılında Baycu Noyan komutasındaki Moğollar'la II. Gıyaseddin Keyhüsrev arasında gerçekleşen Kösedağ Savaşı savaşı esnasında, Selçuklu ordusunda Trabzon yardımcı kuvvetleri de bulunmuştur. Bu savaşla Anadolu, Moğollar'ın nüfuzu altına girince Trabzon imparatorları Selçuklular yerine Moğollar'a vergi vermişlerdir. 1336 yılında Moğol İlhanlı Devleti'nin yıkılmasıyla Anadolu'daki Moğol etkisi ortadan kalkmıştır. Böylece Türkmenler'in beylik kurma faaliyetleri neticesinde ve 1280-1297 yılları arasındaki Yuannis Komnen'in imparatorluğu döneminde Türkmenler, imparatorluğun madenleriyle meşhur Haldiya kısımlarını fethetmişlerdir. Cenevizliler ve Venedikliler'se imparatorluk üzerinde iktisadî (ekonomik alanda) nüfuz meydana getirmişlerdir. 1332 yılında bir Türkmen beyi olan Bayram Bey, imparatorluğun varlığını ciddi bir şekilde tehdit ettiği gibi 1346'da Ünye şehri Türkmenler tarafından fethedilmiştir. 1349-1390 yılları arasında imparatorluk yapan III. Aleksi Komnen, kızkardeşi prenses Maria'yı Türkmen Akkoyunlu Devleti'nin sultanı Fahreddin Kutluğ Bey'e ve kendi dört kızını da Türkmen beylerine vermiş fakat Anadolu beyliklerinin ülkesine yönelik saldırılarını önleyememiş, Giresun'a kadar olan yerler beylikler tarafından fethedilmiştir. Daha sonra Türkmen beylerinin ellerindeki yerleri alan Osmanlılar, Trabzon Rumları'yla sınır komşusu olmuşlardır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.51-52</ref>
Anadolu'nun Karadeniz kıyılarında Osmanlı egemenliğini tahsis etmek amacıyla Amasra'yı fetheden ve Candaroğulları'nı ortadan kaldıran Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon üzerine yürüdüğü esnada imparatorluğun başında David Komnen bulunmaktaydı. David Komnen, 1458 yılında kardeşi IV. Yuannis Komnen'in yerine imparator olmuştur ve imparatorluğun ilk kurulduğu yıllarda Karadeniz Ereğlisi'nden Batum'a kadar olan egemenlik sahası, David Komnen döneminde Giresun'la Batum arasına kadar gerilemiş durumdaydı. Güney sınırlarıysa Gümüşhane'yle Bayburt'un kuzeyindeki dağlar olarak gösterilmiştir. Sultan II. Murad dönemide Osmanlılar hem karadan hem de denizden Trabzon'u fethetmek için harekete geçseler de şiddetli fırtına yüzünden Osmanlı Donanması geri dönmek zorunda kalmıştır. 1456 yılında yani Fatih Sultan Mehmet döneminde Amasya valisi ve Şehzade Bayezid'in (ileride II. Bayezid) lâlâsı Hızır Bey'in Trabzon üzerine akın yapması sebebiyle imparator IV. Yuannis Komnen, kendisini Fatih Sultan Mehmet'e şikayet etmiş ve yıllık 3.000 altın vergi vermeyi kabul etmiştir. Ayrıca Osmanlılar'ın rakibi olan Akkoyunlular'ın hükümdarı Uzun Hasan'a kızı Despina Hatun'u veren IV. Yuannis Komnen, Osmanlılar'ın üzerine bir sefer düzenlemeleri durumunda bu devletin yardımını ummuştur.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.52</ref>
Osmanlılar'a karşı bir Haçlı seferi düzenlemek isteyen Papa II. Pi, 1458'de Lodoviko adındaki bir elçiyi Gürcü Krallığı'na göndermiştir. Daha sonra Uzun Hasan'la görüşen Lodoviko; Gürcü Krallığı, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Akkoyunlular arasında Osmanlı aleyhinde bir ittifak oluşturmuştur. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan hem Trabzon İmparatorluğu'nu kendisinin bir haraçgüzar devleti olarak gördüğü hem aralarındaki ittifak hem de akrabalık bağı sebebiyle bu imparatorluğun Osmanlı'ya katılmasını istememiştir. Buna güvenen ve 1458 yılında kardeşi IV. Yuannis Komnen'in geride dört yaşında bir erkek evlat bırakarak ölmesiyle imparator olan David Komnen hem imparatorluğun Osmanlılar'a vermekte olduğu vergiyi kesmiş hem de verilen vergileri Uzun Hasan vasıtasıyla geri istemiştir. Uzun Hasan, vergileri geri istemek için yeğeni Murad Bey başkanlığındaki bir heyeti 1460 yılında İstanbul'a göndermiştir. Vergi konusunu görüşmek isteyen heyet, Fatih Sultan Mehmet'in "Haydi siz gidiniz. Ben kendim gelir borcumu öderim." sözleriyle geri gönderilmiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.52-53</ref>
O tarihte Doğu Anadolu'da çok güçlü bir devlete sahip olan Uzun Hasan'ın akrabalık bağı, Gürcü-Trabzon-Akkoyunlu ittifakı, Osmanlı düşmanlığı gibi sebeplerle Trabzon Rum İmparatorluğu'nu himaye etmesi ve Trabzon imparatoru David Komnen'in Papa II. Pi'ye başvurarak başta Fransa Krallığı olmak üzere Avrupa'dan medet umması ve Uzun Hasan'ın bu konudaki faaliyetleri, Fatih Sultan Mehmet'i sefere teşvik etmiştir. Zaten Anadolu'nun Karadeniz kıyılarına hakim olarak başta başkent İstanbul olmak üzere toprakların güvenliğini sağlamak, Karadeniz ticaretine hakim olmak ve Bizans'ın son kalıntısı olan Trabzon Rum İmparatorluğu'nu ortadan kaldırarak bu devletin tekrar kurulması tehlikesini bertaraf etmek isteyen Fatih Sultan Mehmet, bir de bu sebeple sefere çıkmıştır. Bir ok, bir tüfek dahi atmadan ve bir tek asker kaybetmeden Amasra'yı fetheden, Candaroğulları'nı ortadan kaldıran Osmanlı Ordusu, kara yoluyla Trabzon üzerine yürürken Sinop'ta bulunan 300 parçalık Osmanlı Donanması da Gelibolu sancakbeyi Kazım Bey ve denizcilikte tecrübeli olan Yakup Bey komutasında bu limandan hareket etmiştir. Fatih Sultan Mehmet, seferin Trabzon üzerine olduğunun anlaşılmaması için sahil yolu yerine Sivas üzerinden yola devam etmiştir. Ordunun öncü kuvvetlerini kumanda eden Anadolu beylerbeyi Gedik Ahmed Paşa'ysa, önceden Hüseyin Bey adındaki bir beye ait olan fakat Uzun Hasan tarafından alınarak Akkoyunlular'a dahil edilen Koyulhisar'ı almakla görevlendirilen Sivas beylerbeyi Hamza Paşa'nın burayı alamayarak Uzun Hasan'ın kuvvetlerine mağlup olması üzerine Hamza Paşa'ya desteğe gönderilmiştir. Gedik Ahmed Paşa, üç gün sürmeden kale kumandanı olan Yar Ali Bey'i<ref group="Not">Yar Ali Bey, Erzincan hakimi meşhur Tahirten'in torunudur. Bir dönem Karakoyunlular'ı memleketlerinden kovmuş olan Erzincanlılar tarafından Akkoyunlular'a tâbi olması koşuluyla Erzincan beyi yapılmıştır. Osmanlılar'ın Trabzon seferi esnasında kendisi, Koyulhisar beyi olarak bulunmaktaydı (Camiü'd-düvel).</ref> yenmiş ve kaleyi almıştır. Gedik Ahmed Paşa'nın, kendisine karşı koymak isteyen Uzun Hasan'ın amcasının oğlu Hurşid Bey'in emrindeki orduyu da dağıtması üzerine Uzun Hasan telaşlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Trabzon üzerine olan yürüyüşünü bir ara Uzun Hasan'a doğru çevirmiş gibi yaparak kendisine gözdağı vermiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.53-54</ref><ref>İbn Kemal, s.198</ref>
Osmanlı Ordusu, Erzincan yakınlarındaki Yassıçemen Yaylası'na ulaştığı esnada iki ayrı elçi heyeti görüşmeye gelmiştir. Bunlardan biri Çemişgezek beyi olan Kürt kökenli Şeyh Hüseyin'in, diğer heyetse Uzun Hasan'ın validesi (annesi) Sara Hatun'un başkanlığında gelmiştir. Görüşmeler esnasında Akkoyunlular'ın ne doğrudan Osmanlılar'a ait olan topraklara ne de Osmanlılar'ın himayesindeki yerlere taarruz etmemesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca Akkoyunlular'ın, Trabzon Rum İmparatorluğu'nun işlerine karışmaması ve bu imparatorluğa destek vermemesi de kararlaştırılan hükümler arasındadır. Nitekim iki tarafın arası bulunduktan sonra Şeyh Hüseyin başkanlığındaki heyet geri gönderilirken Sara Hatun'un başkanlığındaki heyet geri gönderilmemiş, başta Sara Hatun olmak üzere heyet üyeleri misafir sıfatıyla orduda rehin olarak alıkonulmuştur. Uzun Hasan'aysa "...amma hizmetiniz bize rehber ola ve zaman-ı avdetimizde validenüz ve sair adamlarunuza ruhsat verilip cenabınıza gönderilir..." şeklinde bir nâme yazılarak validesi ve adamlarının, Trabzon üzerine olan sefer tamamlandıktan sonra kendisine gönderileceği bildirilmiştir. Bu diplomatik faaliyetlerden sonra Osmanlı Ordusu yoluna devam etmiş ve Bayburt'tan kuzeye dönerek Trabzon'a doğru ilerlemiştir. Trabzon imparatoru David Komnen'in kaçmasını engellemek amacıyla Mahmud Paşa ileri gönderilmiştir. Fatih Sultan Mehmet'in kumandasındaki asıl orduysa kazmacılar, baltacılar ve kaldırımcılar vasıtasıyla sarp yollarla ormanlık yerleri aça aça güçlükle Trabzon'a doğru ilerlemeye devam etmiştir. Bazen Fatih Sultan Mehmet yaya yürümek ve yamaçları tırmanmak zorunda kalmıştır. Onun bu halini gören Sara Hatun, fırsatı kaçırmayarak Trabzon'un aynı zamanda gelini olan Despina Hatun'a ait olduğunu söyleyerek bu seferi önlemek için çabalamış fakat Fatih Sultan Mehmet'in kendisine verdiği cevaptan sonra bir daha bu konuyu açamamıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.54-55</ref><ref>Halkondil, s.208</ref>
Osmanlı Donanması, Osmanlı Ordusu'dan bir ay önce Trabzon'a ulaşmış ve şehri denizden çevirerek sürekli bombardıman yapmıştır. Osmanlı Ordusu'nunsa sarp yerleri aşarak Trabzon'a gelmesi ümit edilmezken Fatih Sultan Mehmet ve Osmanlı Ordusu'nun Trabzon önlerinde görülmesiyle Trabzon imparatoru David Komnen büyük bir şok yaşamıştır. Nitekim donanma denizden, orduda karadan şehri kuşatmıştır. Birbirine bitişik üç kısımdan oluşan Trabzon kalesinin kara tarafı çok müstahkemdi fakat devrin en kuvvetli ve en mükemmel toplarına sahip olan Osmanlılar'ın burayı hem karadan hem de denizden kuşatması, imparator David Komnen'i ümitsizliğe düşürmüştür. Direnerek başarılı olamayacağını bilen David Komnen, dostu olan Uzun Hasan'ın da yardım gönderemeyecek olması sebebiyle Mahmud Paşa'nın akrabası ve bir ilim insanı olan, bu yüzden ileri ki yıllarda Fatih Sultan Mehmet'in gözüne giren Yorgi Amiruki<ref group="Not">Yorgi Amiruki veya Amiroçi Sadrazam Veli Mahmud Paşa'nın teyzesinin oğlu olup bir filozof, şair ve matematisyendir. Bu gibi meziyetleri sayesinde Fatih Sultan Mehmet'in gözüne giren Yorgi Amiruki, Fatih Sultan Mehmet'in değer verdiği ilim insanları arasına girmiştir.</ref> vasıtasıyla Osmanlılar'la anlaşmaya ve şehri teslim etmeye karar vermiştir. David Komnen, Fatih Sultan Mehmet adına Mahmud Paşa tarafından yapılan teklifi kabul ederek Osmanlı Ordusu'na gelmiş ve kendisine hürmet gösterilmiştir. Böylece 26 Ekim 1461 tarihinde yaklaşık 258 yıl devam eden Trabzon Rum İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Almanca olarak Trabzon Rum İmparatorluğu'nun tarihini yazan Fallmerayer, Trabzon'un 1461 yılı yazında fethedildiğini yazsa da W. Miller; Trabzon'un düştüğünü Macaristan'daki Venedik elçisine bildiren bir Venedik vesikasının 26 Ekim 1461 tarihini taşımakta olduğunu yazmıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.55</ref><ref>Mırmıroğlu, Fatih Sultan Mehmet'in ikinci dönemine ait tarihî vesikalar, İstanbul, 1945, s.94</ref><ref name="krito156s">Kritovulos, s.156</ref><ref>W. Miller, s.105</ref>
Trabzon'un fethedilmesinin ardından imparator David Komnen, ailesiyle beraber deniz yolundan önce İstanbul'a, oradan da Edirne'ye gönderilmiştir. Daha sonra kendisine Serez taraflarındaki Ustroma Karasu Nehri civarında yıllık 300.000 akçelik bir Has verilmiştir. Tarihçi Kritovulos böyle yazarken başka bir tarihçi olan Şefer, David Komnen'e Rumeli'deki Veras şehrinin dirlik olarak verildiğini yazmaktadır. Eski Dima veya Vira adıyla anılan bu şehir, Meriç Nehri kıyısındaki Ferecik'tir.<ref name="krito156s"/><ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.55-56</ref><ref>Şefer, Sp. Cantacassin'in Petit Traicté'si sonundaki notları</ref>
Fatih Sultan Mehmet, fethedildikten sonra bir müddet Trabzon'da kalmış, şehrin idaresini Gelibolu sancakbeyi Kâzım Bey'e bırakarak şehre asker, silâh ve erzak koyup dönüşe geçmiştir. Dönüş esnasında Akkoyunlular hududundan geçilirken orduda rehin olarak bulunan Uzun Hasan'ın validesi Sara Hatun ve adamları, bir heyet ve aralarından Trabzon hazinesinin de bir kısmının bulunduğu hediyelerle Uzun Hasan'a gönderilmiştir. Giden Osmanlı heyeti, Uzun Hasan'la daha önce yapılmış olan antlaşmayı yenilemiştir. Çünkü Rumeli üzerine yapılması gereken seferler bulunduğundan doğu hududunun emniyeti önemliydi. Nitekim antlaşma yenilendikten sonra Uzun Hasan mukabele ederek bir heyet göndermiş ve hem Trabzon'un Fethi'ni tebrik etmiş hem de validesine iyi muamele edilmesinden dolayı teşekkür etmiştir. Ayrıca bir hayli hediye yollamıştır. Fatih Sultan Mehmet'se, Tokat'tan geçerek Trabzon üzerine hareketinden bir ay sonra Bursa'ya, oradan da İstanbul'a ulaşmıştır. Ayrıca Trabzon'dan doğu taraflarındaki Kabaziten bölgesinde yer alan Mesochale ve diğer şehirlerin fethi, Amasya sancakbeyi ve aynı zamanda Şehzâde Bayezid'in (sonradan II. Bayezid) lâlâsı olan Hızır Bey'e bırakılmıştır. Nitekim Hızır Bey buraları tamamen ve barış yoluyla fethetmiştir. Akkoyunlular'a tâbi olan ve Trabzon'la Gümüşhane arasında bulunan Tirol mıntıkasının alınma görevi de Rumiye-i sugrâ (Amasya, Tokat, Sivas ve havalisi) valisi Şehzâde Bayezid'e verilmiştir. Bayezid'e verilen bu emir üzerine şehzâdenin diğer bir olan lâlâsı Rakkas Sinan Bey Tirol mıntıkasını elde etmiş ve Tirol beyi Erzincan'a kaçmıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.56</ref>
Eski Trabzon imparatoru David Komnen Edirne'ye ulaştıktan sonra kendisine Serez ikâmetgâh olarak gösterilmiştir. Bu sırada kendisinin yeğeni ve Uzun Hasan'ın zevcesi olan Despina Hatun, amcası David Komnen'e mektuplar yazarak çocuklarından birinin ya da merhum kardeşi Aleksandr'la Midilli dükası olan Gateluziyo'nun kızından doğmuş olan yeğeni Aleksi'nin kendi yanına gönderilmesine istemiştir. Bu mektupları David Komnen'e ulaştırma görevi verilen kişi, Fatih Sultan Mehmet'in de sevgisini kazanmış olan Yorgi Amiruki'dir. Yorgi Amiruki, mektupları önce David Komnen'in çocuklarının hocası olan ve güvendiği bir kişiye vermiştir. Sonraysa vesveye kapılarak ya da Fatih Sultan Mehmet'ten büyük lütuf göreceğini menfaatine daha uygun bularak mektupları geri almış ve bizzat Fatih'e teslim etmiştir. Mektupları okuyan Fatih Sultan Mehmet böylece gizli yazışmaları öğrenmiş ve zaten her an savaşmak zorunda kalabileceği Akkoyunlular hükümdarı Uzun Hasan'ı kendi aleyhine hareket ettirileceğini düşünerek David Komnen'le biri Müslüman olan dört oğlu ve yeğeni Aleksi'yi 26 Mart 1463 tarihinde Edirne'ye hapsettirmiştir. Bunlar yedi ay hapiste kalmışlar ve 1 Kasım 1463 tarihinde İstanbul'da kılıç yoluyla idam edilmişlerdir. David Komnen'in hapsedildiği ve idam edildiği tarihler Fener Rum Patrikhanesi arşivinde deri üzerine yazılmış sekiz numaralı eski bir İncil'in 294. sayfasında kayıtlı olup bu bilgiler, Mırmıroğlu tarafından Türkçe'ye çevrilerek Tanin Gazetesi'nde yayınlanmıştır. Aynı şekilde Trabzon tarihini yazan Miller, David Komnen'in 1 Kasım 1463 pazar günü gece dörtte üç oğlu ve yeğeniyle beraber idam edildiğini yazarak Mırmıroğlu'nun verdiği bilgileri teyit etmiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.56-57</ref>
Eflâk Seferi (1462)
XV. yüzyılın ortalarında Eflâk Voyvodalığı'nın başında Dan'ın oğlu II. Vladislav bulunmaktaydı. Daha sonra 1456 yılında, Osmanlılar'ın yardımıyla bunun yerine yine kendisinin oğlu olan Vlad Çepeş yani Cellat Vlad voyvoda olmuştur. Tam adı Vlad Drakula olan ve Osmanlı kaynaklarında Kazıklı Voyvoda olarak geçen bu kişi uzun süre Osmanlılar'ı meşgul etmiş ve halkına çokça zulmetmiştir. Kendisine Türkler Kazıklı Voyvoda, Eflâk halkı olan Ulahlar'sa Vlad Çepeş yani Cellat Vlad demişlerdir. Çünkü Kazıklı Voyvoda; eline geçirdiği kişileri ve özellikle Müslümanlar'ı kazığa vurdurarak acı içinde öldürmüştür. Kazıklı Voyvoda'nın kazığa vurdurduğu insanların ortasında yemek yemekten zevk almak, fakirleri ziyafete davet ederek sofra masasıyla beraber onları yaktırmak, kadınların memelerini kestirerek yerlerine çocuklarının başlarını çaktırmak ve daha bunun gibi birçok vahşetleri vardır. Kazıklı Voyvoda'nın zulümleri hakkında tarihçi Angel'in "Eflâk Tarihi" adlı eserinde bilgiler vardır ve tarihçi Hammer bunlardan bir kısmını nakletmiştir. Aynı şekilde Osmanlı kaynakları ve Halkondil'de de bazı bilgiler vardır.<ref>Hammer, III. Cilt, s.67</ref><ref>Halkondil, s.211, 310</ref> Ayrıca o devri "Tarih-i Ebû'l-feth" adlı eserinde anlatan Dursun Bey: "ifrat-ı siyaseti bu mertebede idi ki bir köyde bir şahıstan hiyaneti müş'ir cinayet ve usret sâdır olsa ol köyün cemii halkını, zükur, inas ve eftalini bile kazuğa ururdu ve Ağaçhisar ki ol kara bahtın tahtı idi, karşusında altı mil miktarı yere tûlanî iki kol çift urdururdu ve ana muhkem çalı urdururdu bağçe idinürüm diyu; ol iki çit arasını Ongürüs kâfirlerinden ve kendi vilâyeti kâfirlerindeb ve Boğdan kâfirlerinden kazığa vurulmuş eşhasla doldurdu...her ağacın her budağında âvenk âvenk (hevenk) olmuş maslub, bî-hisab ve bî-adet...yasagı bu idi kim her kim ol maslubtan birini indire anın yerine çıka..." diyerek Drakula'nın zulmü hakkında bilgi vermiştir.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.73-74</ref><ref>Dursun Bey, Tarih-i Ebû'l-feth, s.109</ref>
Osmanlı sarayında yetişen Kazıklı Voyvoda, voyvodalığının ilk zamanlarında Osmanlılar'a sadık görünmüş ve her yıl vergisini vererek Fatih Sultan Mehmet tarafından kabul edilmiş, kendisine hürmet gösterilmiştir. Vergi münasebetiyle her yıl İstanbul'a gelen ve burada bulunduğu süre zarfından hakimiyet sembolü olan hil'at ve kızıl börkle altın üsküflü serpuş giydirilen Kazıklı Voyvoda, bunun ardından memleketine gönderilmiştir. Fakat Kazıklı Voyvoda, 1459 yılında Osmanlılar'a vergi vermeyi reddetmiş ve Fatih Sultan Mehmet'in Karadeniz seferi esnasında Macar Krallığı'yla anlaşarak Osmanlılar'a olan bağlılığını terketmiş, Tuna Nehri'ni aşarak Kuzey Bulgaristan'a saldırmıştır. Onun bu faaliyetlerini Rumeli muhafızı olarak Edirne'de bırakılmış olan İshak Paşa hükûmete bildirilmiştir. Ancak Kazıklı Voyvoda, bunları yaparken aynı zamanda Osmanlılar'ın Trabzon seferindeki başarılarını tebrikle elçi ve hediye göndermek suretiyle Osmanlılar'a olan bağlılığını sürdürüyor gibi yapmıştır. Bu yüzden Kazıklı Voyvoda'nın faaliyetlerini şimdilik ses çıkarılmamış ve mecburen göz yumulmuştur. Ama kendisinin Macar Krallığı'yla gizli bir ittifak yaptığı duyulunca Kazıklı Voyvoda'nın bir entrikayla ele geçirilerek bertaraf edilmesi, yine kendisi gibi Osmanlı sarayında yetişmiş ve Fatih Sultan Mehmet'in sevgisini kazanmış olan kardeşi Radul'un Eflâk voyvodası yapılması kararlaştırılmıştır.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.73-75</ref>
Trabzon'un fethini gerçekleştirdikten sonra İstanbul'a dönen Fatih Sultan Mehmet, dönüşünden sonraki kış mevsiminde Kazıklı Voyvoda'nın (Vlad) tüm faaliyetlerini öğrenerek gerekli tertibatları aldırmıştır. Fatih Sultan Mehmet, bir taraftan Silistre beyi Kâtip Yunus Bey vasıtasıyla ve yaldızlı sözlerle Kazıklı Voyvoda'yı İstanbul'a davet ederken diğer taraftan bazı kaynaklarda Niğbolu, başta Hammer olmak üzere bazı kaynaklarda da Vidin sancakbeyi olarak geçen Çakırcı Hamza Bey'e ne koşulda olursan olsun Kazıklı Voyvoda'nın yakalanmasını emretmiştir. Ayrıca Halkondil, yazdığı ansiklopedide Hamusi adıyla andığı Çakırcı Hamza Bey'e gizlice Eflâk beyliğinin verildiğini yazmaktadır. Nitekim Çakırcı Hamza Bey, şiddetli kış sebebiyle donmuş olan Tuna Nehri boyunda Kazıklı Voyvoda'nın geçişini beklemeye başlarken Kâtip Yunus Bey tertibat almıştır. Ardından Yunus Bey, Kazıklı Voyvoda'yla görüşmeye gitmiş ve voyvoda gelmeye razı olmuştur. Fakat kendisini karşı alının tertibatı önceden öğrenen Kazıklı Voyvoda, Çakırcı Hamza Bey'e baskın yaparak onu ve yanındaki Kâtip Yunus Bey'i öldürmüştür. Yakalanan esirlerin kolları ve bacaklarını kestirdikten sonra onları kazıklara vurduran Vlad, rütbesinden dolayı Çakırcı Hamza Bey'i daha yüksek bir kazığa vurdurduğu gibi başını da Macar kralına göndererek yardım istemiştir. Kazıklı Voyvoda, Macar kralından yardım isterken Tuna Nehri kıyısındaki Vidin, Niğbolu ve diğer Osmanlı şehirlerini tahrip ederek katliamlar gerçekleştirmiş, 25.000 kişilik bir esir kafilesiyle de Eflâk'a dönmüştür. Kazıklı Voyvoda'nın bu faaliyetlerini haber alan Fatih Sultan Mehmet, çok rahatsız olmuş ve rahatsızlığından dolayı, Hammer'ın Halkondil'den nakille verdiği bilgiye göre o an elinde bulunan kamçıyı Sadrazam Mahmud Paşa'ya vurmuştur.<ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, 7. Baskı, II. Cilt, s.75</ref><ref>Hammer, III. Cilt, s.68, 69</ref><ref>Halkondil, s.210, 211</ref>
Kazıklı Voyvoda'nın bu faaliyetleri sebebiyle, 1462 yılı baharından Eflâk üzerine sefer düzenlenmesine karar verilmiştir. Ayrıca Eflâk ve Boğdan voyvodalarının arası açık olup iki taraf arasında çatışmalar eksik olmadığı için Boğdan voyvodası, Fatih Sultan Mehmet'in Eflâk üzerine sefer düzenleyeceğini öğrenince padişahı teşvik ettiği gibi kendisininde yardımda bulunacağını bildirmiştir. Nitekim Osmanlı Ordusu, İstanbul'dan hareket etmiş ve toplanma noktası olan Filibe'de yoklama yapılarak ordunun mevcudunun 150.000 asker olduğu tespit edilmiştir. Halkondil, bu sayısı 250.000 olarak verse de Tarihçi Dukas'ın verdiği 150.000 sayısı İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre gerçeğe daha yakındır. Yoklamanın ardından Sadrazam Veli Mahmud Paşa, yola devam eden Osmanlı Ordusu'ndan ayrılmış ve asıl ordudan önce Tuna Nehri'ni geçerek Eflâk topraklarına girmiştir. Fakat Kazıklı Voyvoda'nın kuvvetlerine rastlamamıştır. Mahmud Paşa Eflâk topraklarındayken Fatih Sultan Mehmet, 25 kadırga ve 150 nakliye gemisiyle Karadeniz üzerinden Tuna Nehri'ne girerek Vidin'e kadar gitmiştir. Ayrıca Mahmud Paşa'nın, Kazıklı Voyvoda'nın kuvvetlerine rastlamaması sebebiyle Evrenuzoğlu Ali Bey'in oğlu Evrenuz Bey, akıncı kuvvetleriyle Eflâk topraklarını vurmaya gönderilmiştir. Kazıklı Voyvoda'ysa silahsız halkı Braşova (Kronştad) taraflarına yerleştirip kısmen ormanlara saklamış ve kuvvetlerini ikiye ayırarak bir kısmını, Türkler'e yardım amacıyla harekete geçmeleri durumunda Boğdanlılar'a saldırmakla görevlendirmiş ve kendi emrindeki kuvvetlerle bir gece baskını düzenleyip Türk ordusunu mağlup etmek istemiştir. Osmanlı kaynaklarında yazdığı gibi yerine kardeşi Radul'un voyvoda yapılacağını öğrenen Kazıklı Voyvoda'nın amacı, kuvvetli bir hamleyle padişahın karargâhına kadar ilerlemeyi ve Fatih Sultan Mehmet'i öldürmeyi planlamıştır. Nitekim hazırlıklarını tamamladıktan sonra gece yarısı düzensiz ve gelişigüzel bir şekilde Otağ-ı Hümâyun'a saldırmıştır. Târgovişte gece baskını adıyla anılan bu baskın sırasında Otağ-ı Hümâyun geride olduğu için ileri koldaki Mahmud Paşa'yla İshak Paşa'nın çadırları saldırıya uğramıştır. Bazı hayvanların ölmesinde başka bir sonuç vermeyen bu gece baskını, Osmanlı Ordusu'ndan bir telaşa sebep olmuşsa da hemen savaş düzeni alınmış ve Kazıklı Voyvoda, planı gerçekleştiremeden zayiat verip kaçmıştır. Ardından Evrenuzoğlu Ali Bey, Kazıklı Voyvoda'yı takip ederek yaklaşık 1.000 esir almıştır.
Fatih Sultan Mehmet'in Diğer Fetihleri
Fatih Sultan Mehmet; İstanbul'un Fethi'ni gerçekleştirdikten sonra Avrupa'da doğan tepkileri önlemek, Avrupa'nın birleşmesini önlemek, Batı'daki hakimiyeti pekiştirmek, Balkan uluslarını tek bir çatı altında toplamak, sınırları genişletmek, İslam'ı yaymak ve doğudan gelen Türkmenler'e yeni yurtlar bulmak maksatlarıyla batıda; Karadeniz ticaretini kontrol altına almak, Rumeli'de daha rahat fetihler yapmak ve Anadolu'daki otoriteyi sağlamlaştırmak maksatlarıyla da doğuda fetih hareketlerine başlamıştır.
Fatih; ilk olarak Sırp Despotluğu üzerine üç büyük sefer düzenlemiş ve 1459 yılı itibariyle Belgrat hariç tüm Sırbistan'ı fethetmiştir. Macarlar'ın elindeki Belgrat'ın kuşatmasına da 1456 yılında giriştiyse de fethine muvaffak olamamıştır. Aynı yıl bir Ceneviz kolonisi olan Amasra'yı fethetmiştir. Daha sonra Mora Yarımadası'na sığınan Bizanslı valilerin Bizans'ı yeniden kurma ihtimaline karşı buraya sefer düzenlemiş ve 1460 yılında Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı limanları hariç tüm Mora, Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1461 yılında, Bizans'ın son kalıntısı olan Trabzon Rum İmparatorluğu; Trabzon fethedilmek suretiyle ortadan kaldırılmış ve Candaroğulları Beyliği'ne de son verilmiştir. Ertesi yıl Osmanlı topraklarına hücum eden ve gönderilen elçiyi öldüren Eflak voyvodası Drakula'nın üstüne sefer yapılarak Eflak Prensliği tekrar Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır. 1463 yılındaysa Osmanlı'ya karşı oluşturulan Haçlı ittifaklarından sürekli yer alan Bosna Krallığı'na son verilmiştir. 1466 yılında; Anadolu siyasi birliğinin sağlanması konusunda en çok uğraştıran beylik olan Karamanoğulları Beyliği'ne Konya, Karaman ve Kırşehir fethedilerek büyük ölçüde son verilmiştir. 1473 yılında, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ittifaklar oluşturan Akkoyunlular Devleti'ne sefer açan Fatih Sultan Mehmet, Otlukbeli Savaşı'nda bu devleti mağlup etmiştir. Böylece Doğu Anadolu'da Osmanlı hakimiyeti güçlenmiş ve Ali Kuşçu, Osmanlı hizmetine girmiştir. 1475 yılında Fatih; Altınordu Devleti'nin Timur İmparatorluğu tarafından mağlup edilip dağılmasıyla Kırım ve çevresinde kurulan Kırım Hanlığı üzerine, Gedik Ahmed Paşa komutasında bir donanma göndermiştir. Çünkü Kırm Hanlığı; Hacı Giray'ın ölümüyle büyük karışıklıklar içindeydi ve İpek Yolu'nun bir kolu da Kırım limanlarında sona eriyordu. Böylece Gedik Ahmed Paşa; başta Azak ve Kefe olmak üzere bölgedeki Ceneviz kolonilerini fethetmiş ve Kırım Hanlığı, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır. 1476 yılında, Venedik'le Osmanlı arasında süren deniz savaşlarını fırsat bilen Boğdan Prensliği vergisini ödememiştir. Bunun üzerine üzerine kuvvet gönderilerek Boğdan tekrar Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır. 1479 yılındaysa 16 yıl süren deniz savaşları sonucunda Venedik mağlup edilerek bir antlaşma imzalanarak; Venedik Cumhuriyeti vergiye bağlanmış, Arnavutluk'la İşkodra ve Akçahisar kalelerine sahip olunmuştur.
Fatih Sultan Mehmet; İstanbul'un Fethi ile Ortodoks Kilisesi'ni kontrolü altına almıştı. Aynı şekilde Katolik Kilisesi'ni de kontrol altına almak isteyen Fatih, İtalya'nın güneyinde yer alan ve Napoli Krallığı'na ait olan Otranto'yu, Gedik Ahmed Paşa'yı göndererek fethetmiştir. Ancak Fatih 1481 yılında; yeni bir sefere çıkarken Gebze yakınlarında vefat etmiştir. Böylece Gedik Ahmed Paşa'nın ayrılmasından sonra Napoli Krallığı; Otranto'yu geri almıştır ve İtalya Seferi sonuçsuz kalmıştır.
II. Bayezid Dönemi (1481-1512)
Cem Sultan İsyanı
Şablon:Ayrıca bakınız Yeni bir sefere çıkan Fatih'in; Gebze yakınlarında vefat etmesiyle tahta, Yeniçerilerin desteğini alan Şehzade Bayezid oturmuştur. Fakat Bayezid'in kardeşi Cem; onun padişahlığını tanımayarak isyan başlatmıştır ve taht kavgasına girişmiştir. <ref name="yasamyapit">Kafadar, Cemal, "Cem Sultan", (1999) Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul:Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. C.1 ISBN 975-08-0072-9</ref> II. Bayezid tarafından mağlup edilen Cem Sultan sırasıyla Memlûkler'e, ardından da Rodos Şövalyeleri'ne sığınmıştır. Fakat Rodos Şövalyeleri tarafından Papalık'a teslim edilen Cem Sultan, Papa tarafından da Fransa Krallığı'na gönderilmiştir.<ref name="yasamyapit"/> Böylece Cem Sultan 1495'e kadar, ölünceye ya da öldürülünceye kadar Fransa'da kalmıştır ve bu süre zarfında Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa üzerine yaptığı seferler durmuştur.
II. Bayezid Dönemi Balkanlar'da ve Denizlerde Fetihler
II. Bayezid Dönemi'nde; Cem Sultan'ın esaretinden dolayı Fatih dönemindeki gibi büyük fetihler gerçekleştirilememiştir. Buna rağmen 1483 yılında Hersek, 1484 yılında da Boğdan Prensliği'ne ait olan Kili ve Akkerman kaleleri fethedilmiştir. Özellikle Kili ve Akkerman'ın fethiyle Kırım ve Osmanlı toprakları; kara bağlantısı vasıtasıyla birleşmiştir. Cem Sultan'ın ölümüyle beraber Venedikliler'le, 1499 ve 1502 yılları arasında süren bir deniz savaşı yapılmıştır.<ref name="yasamyapit"/> Çünkü Venedikliler, Mora halkını Osmanlı'ya karşı isyana teşvik ediyordu. Nitekim üç yıl süren savaşlar sonunda Mora kıyılarındaki Venedik'e ait Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı kaleleri fethedilerek Venedik'in, Mora üzerindeki hakimiyetine son verilmiştir. 1502 yılında da Venedikliler'le barış yapılmıştır.
1492 yılında İspanya'daki Katolik Kastilya Krallığı ve Aragon Krallığı birleşerek Beni Ahmer Devleti'nin başkenti Gırnata'yı almış ve güney İspanya'daki Müslüman hakimiyeti sona ermiştir. Kastilya ve Leon krallıkları; bölgedeki Müslüman ve Yahudiler'e yönelik büyük bir soykırım hareketine girişmişlerdir. Bu yüzden gelen yardım çağrıları üzerine II. Bayezid; Oruç Reis'i ve Kemal Reis'i İspanya'ya göndermiştir. Bu denizciler bölgedeki Müslüman ve Yahudi halkı gemilere bindirerek soykırımdan kurtarmıştır. Müslümanlar Kuzey Afrika'ya, Yahudiler'se Selanik, İzmir ve İstanbul'a yerleştirilmiştir.
Memlûkler ile Harpler (1485-1491)
II. Bayezid Dönemi'nde; Fatih döneminde ortaya çıkan Hicaz Su Yolları sorunundan başka Cem Sultan'ı korumaları, Karamanoğlu Kasım Bey'le Osmanlı aleyhine işbirliği yapmaları, Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları üzerinde hakimiyet kurmak istemeleri ve Hicaz'a giden Türk hacılarına engel olmaları sebebiyle Memlûkler'le savaşlar başlamıştır. Altı yıl süren savaşlar esnasında iki taraf birbirine üstünlük sağlayamasa da Osmanlı İmparatorluğu; ilk olarak Fatih döneminde büyük ölçüde son verilen Karamanoğulları Beyliği'ne kesin olarak 1487 yılında son vermiştir. Ayrıca Adana ve Tarsus'da fethedilmiştir. Daha sonra Tunus hükümdarının araya girmesiyle iki devlet arasında barış yapılmış ve Osmanlı, savaş sırasında aldığı Adana ve Tarsus'u, Hicaz bölgesine ait vakıf toprağı olmalarından dolayı geri vermiştir.<ref name="Brummet 52">Brummett (1994), s. 52ff</ref>
Safevîler ile İlişkiler
İran'da Şah İsmail tarafından kurulan Safeviler; başta Akkoyunlular olmak üzere birçok devlete son vererek ya da kendisine bağlayarak Horasan, İran ve Azerbaycan'a hakim olmuştur. Şah İsmail; Şiilik'i devletin resmi mezhebi haline getirmiş ve öteden beri göz diktiği Anadolu üzerinde de Şii propagandası yapmaya başlamıştır. Bu maksatla birçok adamını Anadolu'ya göndermiştir. Nitekim Anadolu'da geniş bir taraftar kitlesi edinen Şah İsmail; Osmanlı toprak bütünlüğünü tehdit etmeye başlamıştır. Bu taraftar kitlesi Anadolu'da birçok isyan çıkarmış ve bunlardan 1511 yılında Teke yöresinde çıkan Şah Kulu İsyanı güçlükle bastırılmış ve Şah Kulu öldürülmüştür.<ref>Nicolae Jorga: Geschiste des Osmanichen vol II, (çev: Nilüfer Epçeli) Yeditepe Yayınları, 2009, ISBN 975-6480-19-X ,s.217</ref><ref>Prof. Yaşar Yüce-Prof. Ali Sevim: Türkiye tarihi Cilt II, AKDTYKTTK Yayınları, İstanbul, 1991 p 225-226</ref> Ama bu isyandan dolayı II. Bayezid nüfuzunu kaybetmiş ve oğulları arasında taht kavgaları başlamıştır.
II. Bayezid'in küçük oğlu olan ve Trabzon valiliği yapan Şehzade Selim; ağabeyi Şehzade Ahmet'in tahta çıkacağını öğrenince kuvvetlerini toplamış ve deniz yoluyla önce Kırım'a oradan da Tuna Nehri'ne girerek Silistre'de karaya çıkmıştır. Buradan ilerleyerek İstanbul'a yürüyen Şehzade Selim; babasının kuvvetleri tarafından Çorlu'da mağlup edilmiş ve Kırım'a kaçmıştır. Daha sonra kendisini destekleyen Yeniçeriler'in Nisan 1512'deki isyanıyla babası II. Bayezid'in yerine tahta çıkmıştır. II. Bayezid'se; kalan ömrünü doğduğu Dimetoka'da geçirmek istemiştir. Lakin Dimetoka'ya giderken, Çorlu yakınlarında vefat etmiştir. Böylece II. Bayezid doğudaki Şii tehlikesine karşı izlediği pasif politikadan dolayı tahtına kaybetmiş ve küçük oğlu Selim, yeni padişah olmuştur.
Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-1520)
Şablon:Ana Daha sonradan Yavuz Sultan Selim adıyla da anılacak olan I. Selim, babasının döneminde başlayan Şii tehdidine karşı mücadeleye girişti. Safeviler ile yaptığı Çaldıran Muharebesi'ni kazandı ve ülkenin başkenti Tebriz'e kadar ilerledi.<ref>Şablon:Dergi kaynağı</ref> Bundan sonra, Memlûklar'a karşı harekete geçti. Yapılan Mercidabık ve Ridaniye Muharebeleri sonrasında Memlüklüleri yıkarak Suriye, Filistin ve Mısır'ı devletin topraklarına kattı.<ref name="muir">Muir, William (2007) The Mameluke or Slave Dynasty of Egypt, 1260-1517 Piscataway, NJ: Gorgias Press. ISBN 978-1-59333-697-4. Şablon:İng</ref><ref name="E.J. Brill 1938">E.J. Brill's First Encyclopaedia of Islam, 1913-1936, Vol.9, Ed. Martijn Theodoor Houtsma, (BRILL, 1938), 432.</ref> Hicaz'ı, egemenlik altına aldı ve devleti Hint Okyanusu'na açılma olanağına kavuşturdu.<ref name="Andrew C 1517">Şablon:Dergi kaynağı</ref> Peygamber Muhammed'in Kutsal Emanetler olarak kabul edilen eşyaları İstanbul'a getirtti ve hilafetin Osmanlı Hanedanı'na geçmesini sağladı. Böylece halife unvanını kullanan ilk Osmanlı padişahı olmuş oldu.<ref name="Pamir">Dr. Aybars Pamir. Osmanlı Egemenlik Anlayışında Senedi İttifak'ın Yeri. Yıl 2004 C.53 Sa.2 s.66-67. Tam metin</ref> 1520'de, batıya sefer düzenlemek amacıyla yola çıktığı sırada Edirne'de vefat etti.
Çaldıran Savaşı (1514)
Şablon:Ana Doğudaki Safevî tehlikesini bertaraf etmek maksadıyla harekete geçen Yavuz Sultan Selim; ilk başta ağabeyleri Şehzade Ahmet ve Şehzade Korkut'un isyanlarını bastırmış ve emirlerinde bulunan Kızılbaş ordularını imha etmiştir. Böylece içte birliği sağlayan Yavuz, ordusuyla beraber İran'a doğru harekete geçmiştir. Osmanlı ülkesindeki casusları vasıtasıyla Yavuz'un harekete geçtiğini öğrenen Şah İsmail, sürekli geri çekilmiş ve çekildiği yerli yakıp yıkmıştır. Böylece Şah İsmail; Osmanlı ordusunu sürekli harap yerlerden geçmekten bıktırarak orduda isyan çıkmasını ve Yavuz'u geri döndürmeyi planlamıştır. Bu planında da başarı göstermiş ve Osmanlı ordusunda bir isyan havası oluşmuştur. Fakat Yavuz'un kararlığı karşısında Osmanlı ordusu ilerlemiş ve nihayet Çaldıran Ovası'nda ordugah kuran Şah İsmail'in ordusuyla karşılaşmıştır. Şah İsmail; ilk başta Osmanlı ordusundaki Rumeli kuvvetlerine taarruz ederek onlara ağır kayıplar verdirmiş ve Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa'yı şehit etmiştir. Ama Yavuz'un ve Hadım Sinan Paşa'nın başarılı harp taktikleri karşısında ordusunun tamamına yakının kaybetmiş ve canını zor kurtarmıştır. Bu savaştan sonra Doğu Anadolu ve Safevîler'in başkenti Tebriz, Osmanlılar'ın eline geçmiştir. Yavuz Sultan Selim; Tebriz'de kışlamak istese de ordunun yorgunluğu sebebiyle İstanbul'a dönmüştür. Safevîler; Yavuz döndükten sonra Doğu Anadolu hariç kaybettikleri toprakların hepsini geri almışlardır. Zaten bu savaşta maksat toprak almak değil; bu iki devlet arasındaki güç mücadelesinin neticelendirilmesiydi. Nitekim bu güç mücadelesinden de Osmanlı İmparatorluğu üstün çıkmış ve Şii tehlikesi bertaraf edilmiştir.<ref>Şablon:Dergi kaynağı</ref>
Turnadağ Savaşı (1515)
Şablon:Ana Yavuz Sultan Selim; Safevîlerin üzerine giderken Dulkadiroğulları beyi Alaüddevle Bozkurt Bey'den, askerleriyle beraber kendisine katılmasını istemişti. Fakat Alaüddevle Bozkurt Bey bu isteği reddederek düşmanca bir tutum izlemişti. Bu nedenle Yavuz; Çaldıran Savaşı dönüşünde 42.000 kişilik bir kuvveti Hadım Sinan Paşa kumandasında Dulkadiroğulları üzerine göndermiştir. İki ordu Elbistan, Göksun'da karşılaşmış ve Hadım Sinan Paşa, Alaüddevle Bozkurt Bey'i mağlup etmiştir. Böylece Alaüddevle Bozkurt Bey idam edilmiş ve Dulkadiroğulları tamamen Osmanlı topraklarına katılmıştır. Yavuz Sultan Selim, Safevîler'in üzerine giderken Ramazanoğulları Beyliği'ni de kendisine bağlamıştı. Bu savaşla da son Anadolu beyliği olan Dulkadiroğulları'da ortadan kaldırılmıştır ve böylece, Anadolu Türk siyasi birliği tam olarak sağlanmıştır.
Mercidabık Savaşı (1516)
Şablon:Ana Fatih döneminde Suriye, Mısır, Filistin ve Hicaz'a hakim olan, Abbasi halifesini korumakta olan Memlûkler devleti ile olan ilişkiler bozulmuştur. Çünkü Fatih; çok uzun zamandır kullanılamaz halde olan Hicaz bölgesindeki su yollarını tamir ettirmek istemiş fakat Memlûkler, Fatih'in bu girişimini engellemişlerdir. Böylece iki devletin arası açılmıştır. II. Bayezid dönemindeyse Memlûkler'in; Cem Sultan'ı korumaları, başta Karamanoğlu Kasım Bey olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu'nun batıdaki düşmanlarıyla ve Safevîler'le Osmanlı aleyhine işbirliği yapmaları, Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları üzerinde hakimiyet kurmak istemeleri ve Hicaz'a giden Türk hacılarına engel olmaları sebepleriyle iki devletin arası iyice açılmıştır. Fatih, Memlûkler'in üstüne sefer yapmak istemiş fakat bu seferi gerçekleştiremeden vefat etmiştir. II. Bayezid dönemindeyse iki devlet arasında 6 yıl süren savaşlar yaşanmış fakat bu savaşlardan bir sonuç alınamamıştır.
Yavuz Sultan Selim; doğudaki düşman olan Safevîler'i bertaraf ettikten sonra bu seferde güneydeki düşman olan Memlûkler'le hesaplaşmak istemekteydi. Bunun için hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1516 yılında ordusuyla beraber İstanbul'dan ayrılmış ve Suriye'ye girmiştir. Memlûk sultanı Kansu Gavri; Osmanlı ülkesindeki hafiyeleri vasıtasıyla nereye yapılacağı bilinmeyen bu seferin kendi ülkesi üzerine yapılacağını öğrenmiş ve hem yeğeni hem de başveziri olan Eşref Tumanbay'la beraber, 80.000 kişilik bir orduyla Halep'e gelmiştir. Daha sonra iki ordu 24 Ağustos 1516'da Halep'in kuzeyinde karşı karşıya gelmiş ve harp, kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlanmıştır. 80.000 kişilik Memlûk ordusunun 72.000 kişilik büyük bir kısmı imha edilmiş ve Kansu Gavri, savaş sırasında ölmüştür. Bu zaferden sonra Osmanlı ordusu 28 Ağustos'ta Halep'e, 27 Eylül'de Şam'a girmiştir. Bu savaşla beraber Suriye ile Filistin Osmanlı topraklarına katılmış ve Memlûkler'e ilk darbe vurulmuştur.<ref name="muir"/><ref name="E.J. Brill 1938"/>
Ridaniye Savaşı (1517)
Şablon:Ana Yavuz Sultan Selim; Mercidabık Savaşı'nda Memlûkler'i mağlup ederek Suriye ve Filistin'i topraklarına katmıştı. Daha sonra kışı Şam'da geçiren Yavuz, harekete geçerek ordusuyla birlikte ilerlemeye başlamıştır. Memlûkler ise Venedikliler'den silah ve top satın alarak bir savunma hattı oluşturmuşlardır. Memlûkler'in elindeki toplar sabitti ve olduğu yere çakılmış durumdaydı. Yani bu toplar tek bir yöne ateş açabilirlerdi ve arkadan gelecek herhangi bir taarruzda devre dışı kalabilirlerdi. Bunun farkında olan Yavuz ve Osmanlı ordusu, Sina Çölü'nü aşarak Memlûk ordusunu, arkadan vurmuşlar ve mühim bir galibiyet kazanmışlardır. Ridaniye Savaşı olarak bilinen bu savaşla beraber; Memlûkler'in elindeki son ülke olan Mısır'da fethedilmiş ve Hilafet; Abbasi hanedanından Osmanlı hanedanına devredilmiş, İslam peygamberi Muhammed'in Kutsal Emanetler olarak kabul edilen eşyaları Topkapı Sarayı'na nakledilmiş, Baharat Yolu Osmanlı denetimine girmiş, İslam birliği büyük ölçüde sağlanmış, Osmanlı İmparatorluğu İslam dünyasının lideri olmuş, Venedik Cumhuriyeti Kıbrıs için Memlûkler'e ödediği vergiyi Osmanlı'ya ödemeye başlamış, Osmanlı hazinesi ağzına kadar dolmuş, Mısır'daki halife ve akrabalarıyla alim ve sanatkarlar İstanbul'a getirilmiş ve Yavuz Sultan Selim Hadimü'l-Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin hizmetçisi) unvanını almıştır. Yavuz Mısır'da iken Mekke şerifi; Mekke ve Medine'nin anahtarlarını kendisine teslim etmiştir. Yavuz Sultan Selim; Osmanlı hanedanına mensup ilk halife ve halife unvanını kullanan ilk Osmanlı padişahı olmuştur. <ref name="Andrew C 1517"/><ref name="Pamir"/>
Yavuz Sultan Selim; 1520 yılında o zaman Şirpençe olarak adlandırılan, Şarbon'un insanlarda görülen bir türü olan ve bugün tıptaki adı Karbonkül olan rahatsızlığa yakalanmış ve batıya düzenleyeceği bir sefer için Edirne'de bulunan ordusunun başına geçmek üzere yoldayken babasıyla aynı yerdeŞablon:Kaynak belirt, Çorlu yakınlarında vefat etmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)
Şablon:Ana Babasının ölümü üzerine tahta çıkan I. Süleyman, saltanatının ilk yıllarında Belgrad'ı ve Rodos'u fethetti.<ref name="docs.google.com">Şablon:Web kaynağı</ref><ref name="sizinti.com.tr">Şablon:Web kaynağı</ref> Macaristan ile yaptığı Mohaç Muhrebesi sonucunda krallığı kendisine bağlı bir hale getirdi. Ardından 1529'da Avusturya'nın başkenti olan Viyana'yı kuşattı; ancak başarısız oldu.<ref name="ReferenceA">Şablon:Kitap kaynağı</ref> 1533'te Cezayir hükümdarı Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a geldi ve imparatorluğun hizmetine girdi.<ref name="TSK"/> Bir sonraki yıl ise Kaptan-ı derya olarak görevlendirildi.<ref name="TSK"/> Aynı yıl Süleyman, Bağdat ve Tebriz'i imparatorluğun topraklarına kattı.<ref name="Cambridge-330">Şablon:Kitap kaynağı</ref> 1536'da, Fransa ile ittifak kurdu;<ref name="books.google.com">Şablon:Kitap kaynağı</ref> bu ittifakın bir parçası olarak yapılan Nice ve Korsika kuşatmalarını yaptı (İtalya Savaşı).<ref name="ReferenceB">Şablon:Kitap kaynağı</ref><ref name="Braudel">Şablon:Kitap kaynağı</ref> I. Süleyman batıda Muhteşem Süleyman, doğuda Kanuni Sultan Süleyman olarak tanındı. 1565 yılında Malta'yı kuşatsa da, kuşatma başarısız oldu. Saltanatının son yıllarında, üç kıtaya yayılan imparatorluğunun topraklarında yaşayan insan sayısı 15 milyona ulaştı.<ref>name="Tarihte Olağanüstü Kişiler">Şablon:Kitap kaynağı</ref><ref name="ReferenceC">Şablon:Dergi kaynağı</ref>
Dönemindeki İsyanlar
I. Süleyman; Yavuz Sultan Selim'in vefatı üzerine tahta çıkmıştır. İlerleyen zamanlarda kazandığı zaferlerle batıda Muhteşem, yaptığı kanunlarla ve adalete bağlılığından dolayı Osmanlı ülkesinde Kanuni lakabını alan I. Süleyman; ilk yıllarında bazı isyanlarla karşılaşmıştır. Yavuz Sultan Selim; Suriye'yi fethettiği zaman Şam Beylerbeyliği'ne eski bir Memlûk komutanı olan Canberdi Gazali'yi getirmişti. Canberdi Gazali, Osmanlı'daki padişah değişikliğini fırsat bilerek 1521 yılında, Memlûk Devleti'ni yeniden kurmak maksadıyla bir isyan başlatmıştır. Nitekim Şehsüvaroğlu Ali Bey, isyanı bastırmıştır <ref>Kitap kaynağı|başlık=Kanunî'nin Tarihçisinden Muhteşem Çağ |yazar=Celâlzâde Mustafa Çelebi |yıl=Şubat 2011 |yer=İstanbul |yayımcı=Kariyer Yayıncılık |isbn=978-9944-300-59-9</ref><ref>Kitap kaynağı|başlık=Osmanlı Tarihi, II. cilt |yazarlink=İsmail Hakkı Uzunçarşılı |ilk=İsmail Hakkı |son=Uzunçarşılı |isbn=975-16-0012-X |yer=Ankara |yıl=1983</ref>. Diğer bir isyanı da Ahmet Paşa çıkarmıştı. Çünkü Ahmet Paşa; sadrazamlık beklerken kendisine Mısır valiliği verilmişti. Bu yüzden Memlûk ileri gelenlerini yanına alarak isyan başlatan Ahmet Paşa, çok geçmeden hezimete uğramıştır. Daha sonra Mısır'a gönderilen Sadrazam Pargalı Damat İbrahim Paşa, bölgedeki düzeni ve asayişi sağlamıştır. İki ayrı isyan da Türkmenler tarafından çıkarılmıştır. Safevî propagandasının etkisiyle ve vergi sorununu bahane eden Türkmenler, Baba Zünnun etrafından toplanarak Bozok (Yozgat) civarında isyan başlatmışlardır. Bu isyan kısa sürede bastırılmıştır. Diğer Türkmen isyanı da Kalender Çelebi İsyanı'dır. Tımarlarının haksız yere ellerinden alındığını ileri süren Kalenderoğlu ve çevresindeki insanlar, Karaman'da ayaklanmışlardır. Bu isyan, merkezden gönderilen kuvvetlerle bastırılmıştır.<ref>http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=d240249</ref><ref>http://eskisite.kahramanmarasbb.com/images/stories/Sempozyumlar/kahramanmaras_sempozyumu/c2/3_Dr_Abdurrahman_Sagirli.pdf</ref> Böylece Kanuni Sultan Süleyman; doğuda ve batıda sistemli fetih hareketlerine başlamıştır.
Belgrad ve Rodos'un Fethi (1521-1522)
Şablon:Ana Şablon:Ana Kanuni Sultan Süleyman; ilk seferini Macar Krallığı üzerine 1521 yılında yapmıştır. Çünkü Macar Kralı II. Lajos, akrabalık kurduğu Kutsal Roma Cermen imparatoru Şarlken'e güvenerek Osmanlı İmparatorluğu'na ödemesi gereken vergiyi ödememiş ve bunun üzerine gönderilen elçiyi öldürmüştür. Bu seferle hem karadan hem de Tuna Nehri üzerinden kuşatmak suretiyle II. Murad'ın ve büyük dedesi Fatih Sultan Mehmet'in fethedemediği Belgrat'ın fethine muvaffak olan Kanuni, Balkanlar'dan Orta Avrupa'ya geçiş için çok önemli bir üs elde etmiştir.
Rodos Adası; Ege Denizi'nin güneydoğusunda yer alan; Anadolu, Suriye ve Mısır arasındaki deniz yolunun geçtiği önemli bir mevkidir. Bu ada da yerleşmiş bulunan Rodos Şövalyeleri; Osmanlı İmparatorluğu'na ait olan gemilere sürekli yağma hareketinde bulunmakta ve yol güvenliği bırakmamaktaydılar. Bu nedenle Fatih Sultan Mehmet, bu adayı kuşatmıştır ama fethine muvaffak olamamıştır. Ancak Kanuni devrinde tekrar kuşatılan ada, çok kısa sürede fethedilmiş ve adadan kaçan şövalyeler, Şarlken tarafından Malta Adası'na yerleştirilmişlerdir. Böylece Anadolu, Suriye ve Mısır arasındaki deniz yolunda güvenlik sağlanmış ve ticaret faaliyetleri artmıştır.<ref name="docs.google.com"/><ref name="sizinti.com.tr"/>
Mohaç Meydan Savaşı (1526)
Şablon:Ana Kanuni Sultan Süleyman'ın fethettiği Belgrad'ı geri almak isteyen Macar kralı II. Lajos; Şarlken'e güvenerek Osmanlı sınırlarına tecavüzlerde bulunuyordu. Ayrıca Kutsal Roma Cermen imparatoru Şarlken; Fransa kralı Fransuva'yı esir almıştı ve bu yüzden Fransuva'nın annesi, bir mektupla Kanuni'den yardım istemiştir. Kanuni; Avrupa'da oluşabilecek bir Haçlı ittifakından Fransa Krallığı'nı koparmak maksadıyla bu talebi kabul etmiştir ve Macaristan üzerine sefer açmıştır. İki ordu 29 Ağustos 1526'da Mohaç Ovası'nda karşılaşmıştır. Macar ordusunun tamamına yakına imha edilmiş ve Lajos öldürülmüştür. Böylece bu savaş kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlanmış ve Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır. Ayrıca Kanuni'nin desteklediği Jan Zapolya, Macar tahtına çıkarılmıştır. Savaşın Macar yenilgisiyle sonuçlanmasıyla Madrid Antlaşması imzalanmış ve Şarlken, Fransa kralı Fransuva'yı serbest bırakmıştır.<ref>PERJES, Geza. "Mohaç Meydan Muharebesi" Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ankara, 1992. sayfa:59-60 ISBN 975-16-0492-3</ref><ref>PERJES, Geza. "Mohaç Meydan Muharebesi" Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ankara, 1992. sayfa:61 ISBN 975-16-0492-3</ref>
Osmanlı-Avusturya Harpleri (1529-1541)
I. Viyana Kuşatması (1529)
Şablon:Ana Osmanlı İmparatorluğu'nun; Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar Krallığı'nı mağlup ederek topraklarına hakim olması üzerine, Macarlar ile akrabalık bağı bulunan Avusturya Arşidüklüğü, Osmanlı İmparatorluğu'yla rakebet etmeye başlamışlardır. Avusturya arşidükü Ferdinand'ın; Kanuni'nin Macar tahtına çıkardığı Jan Zapolya'nın iktidarını tanımayarak akrabalık dolayısıyla Macar tahtı üzerinde hak iddia etmesi ve bu yüzden Budin'i işgal etmesi üzerine Kanuni, Avusturya üzerine sefer açmıştır. İlk önce Budin'i yeniden kontrol altına alan Kanuni, oradan Avusturya'nın başkenti Viyana'ya yürümüş ve şehri kuşatmıştır. Fakat kuşatma; kış mevsiminin yaklaşması ve kale kuşatmalarında kullanılan topların getirilmemesi gibi sebepler yüzünden gelen başarısızlık sonucu kaldırılmış ve geri dönülmüştür.<ref name="ReferenceA"/> Kanuni Sultan Süleyman; askerler arasında hezimet havası estirmemek maksadıyla onlara hediye ve bahşişler dağıtmıştır <ref name="ReferenceA"/>.
Almanya Seferi (1532)
Şablon:Ana Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nda imparator olan ağabeyi Şarlken'e güvenen Avusturya arşidükü Ferdinand; Budin'i tekrar kuşatmıştır. Bunun üzerine Kanuni, Avrupa'daki Şarlken üstünlüğüne son vermek ve Macaristan meselesini kökten halletmek için 1532 yılında Alman Seferi'ne çıkmıştır. Nitekim ne Şarlken ne de Ferdinand Kanuni'nin karşısına çıkmaya cesaret edememiş ve Kanuni, Almanya içlerine kadar ilerleyerek bazı kaleleri fethetmiştir. Barış istemek zorunda kalan Ferdinand'ın bu isteğini Kanuni; İran'daki Safevîler'le olan ilişkilerin bozulmasını göz önüne alarak kabul etmiş ve bir yıl sonra iki taraf arasında İstanbul Antlaşması (1533) imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Avusturya arşidükü, protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk sayılmış ve Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu'na yıllık 30.000 düka vergi vermeyi kabul etmiştir. Ayrıca Avusturya; Macaristan'ın Osmanlı'ya ait olduğunu ve Jan Zapolya'nın Macar kralı olduğunu kabul etmiştir. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, siyasi ve ekonomik açıdan Avusturya'ya ciddi bir üstünlük kurmuştur.<ref>http://egeweb2.ege.edu.tr/tid/dosyalar/XXIX-1_2014/TIDXXIX-1-2014-07.pdf</ref>
İstabur Seferi (1541)
Şablon:Ana Avusturya Arşidüklüğü, 1533 İstanbul Antlaşması ile Macaristan'ın, Osmanlı İmparatorluğu'na ait olduğunu kabul etse de Macaristan'a sahip olabilmek için sürekli fırsat kollamıştır. 1541 yılında, Kanuni'nin Macar kralı ilan ettiği Jan Zapolya'nın ölümü üzerine Avusturya, İstanbul Antlaşması'nın bozarak Macaristan'a saldırmıştır. Bunun üzerine İstabur Seferi'ne çıkan Kanuni; Avusturya'yı geri çekilmek zorunda bırakmış ve Macaristan'u üçe ayırmıştır. Buna göre güney Macarisan Budin Beylerbeyliği kurularak Osmanlı toprağı olmuş, orta Macaristan Erdel Beyliği kurularak Osmanlı İmparatorluğu'nu bağlı bir özerk bölge haline getirilmiş, kuzey Macaristan ise Avusturya'ya bırakılmıştır<ref>Dupre, Ben (2005). "Kanuni Sultan Süleyman" (Türkçe). Resimli Çocuk Ansiklopesi. Morpa Yayıları. ss. 400</ref><ref>Mantran, Robert (2007) (Türkçe). Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. Alkım Yayıncılık. ISBN 9944148108</ref><ref>Ertürk, Fatih (Türkçe). Osmanlı İmparatorluğu Tarihi. Kalipso Yayıncılık. ISBN 605569883</ref><ref>Öztuna, Yılmaz (2011) (Türkçe). Osmanlı Devleti Tarihi 1. Ötüken Yayıncılık. ISBN 9754374872</ref><ref>Buz, Ayhan (2008) (Türkçe). Osman Gazi'den Vahdettin'e Osmanlı Kronolojik Tarihi. Neden Yayıncılık. ISBN 9752542761</ref>.
Osmanlı-İran Harpleri (1534-1553)
Irakeyn Seferi (1534)
Şablon:Ana Osmanlı İmparatorluğu; Yavuz Sultan Selim döneminde, toprak bütünlüğünü tehdit etmeye başlayan İran'daki Safevîler'i Çaldıran Savaşı'nda mağlup etmişti. Bu savaştan sonra Safevîler'in hükümdarı Şah İsmail; içine kapanmış ve başka bir harp yapmamıştı. Şah İsmail, 1524 yılında ölünce yerine, 10 yaşındaki oğlu Tahmasp geçmiştir. Şah Tahmasp, Osmanlı İmparatorluğu'nun batıdaki düşmanlarıyla müttefiklik arayışlarına girmiş ve Doğu ile Güneydoğu Anadolu üzerinde hakimiyet kurmak istemiştir. Bunun üzerine Kanuni; 1532 Alman Seferi'nden döndükten sonra hazırlık yaparak 1534 yılında İran üzerine sefer açmıştır. Kanuni'nin Bağdat ve Basra'yı fethetmesinden dolayı Irakeyn Seferi adı verilen bu seferde Kanuni; ilk önce bütün Van ve Azerbaycan'ı topraklarını katarak Tebriz'e gelmiş ve oradan Hemedan'a yürümüştür. Bu yüzden Şah Tahmasp'ın İran içlerine kaçması üzerine Kanuni; güneye yönelerek tüm Irak'ı fethetmiştir. Böylece Irak, Tebriz ve Van Osmanlı topraklarına katılmış, Türk şair Fuzulî Osmanlı hizmetine girmiş ve Hint ticaret yolunun Basra bölümü Osmanlı denetimine girmiştir <ref>name="Cambridge-330">Şablon:Kitap kaynağı</ref>.
1548-1549 Osmanlı-Safevî Savaşı
Şablon:Ana Kanuni Sultan Süleyman'ın İstanbul'a dönmesinde yararlanan Şah Tahmasp, Van ve Tebriz'i yeniden ele geçirmiştir. 1548 yılındaysa İran'da taht kavgaları çıkmıştır. Bundan faydalan Kanuni sefere çıkarak Van, Tebriz ve Gürcistan'daki bazı kaleleri fethederek geri dönmüştür. Bu seferle özellikle Van; kesin olarak Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır<ref>Akgündüz, Ahmed; Öztürk, Said; sf. 185</ref><ref>Sakaoğlu, Necdet; sf. 10</ref><ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; sf. 360</ref>.
Nahçivan Seferi (1553)
Şablon:Ana 1553 yılında tekrar saldırıya geçen Şah Tahmasp; Muş'a kadar ilerlemiştir. Bunun üzerine Kanuni tekrar sefere çıkmıştır. Osmanlı ordusu; Karabağ, Nahçivan ve Revan'ı Osmanlı topraklarına katmıştır. Bu sırada kış mevsiminin yaklaşması ve Şah Tahmasp'ın bir türlü karşısına çıkmaması üzerine Kanuni; Amasya'ya dönmüştür. Bu sırada Şah Tahmasp'ın barış teklifi üzerine Osmanlı ve İran arasındaki ilk resmi belge olan Amasya Antlaşması (1555) imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Doğu Anadolu, Azerbaycan, Tebriz, Bağdat, Van ve Revan, Osmanlı İmparatorluğu'na bırakılmıştır<ref>Büyük Osmanlı Tarihi, Enver Ziya Karal, İ. Hakkı Uzunçarşılı, 2001, Sabah Yayınları, Cilt 3</ref>.
Barbaros Hayreddin Paşa ve Preveze Deniz Zaferi (1538)
Şablon:Ana Hızır Reis diğer adıyla Barbaros Hayreddin Paşa; ağabeyi Oruç Reis ile birlikte Cerbe Adası'nı merkez edinerek Cezayir'i fethetmişlerdir. Fakat 1517 yılında; Araplar'la birleşen İspanyollar karşısında Cezayir'i kaybetmişler ve bu savaşta Oruç Reis ölmüştür. Aynı yıl Hızır Reis; Yavuz Sultan Selim'den destek alarak tekrar Cezayir'i hakim olmuştur. Kanuni dönemindeyse 1532 Alman Seferi esnasında Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasının Mora kıyılarını vurması, Osmanlı İmparatorluğu'nu zor duruma düşürmüştür. Bu yüzden Kanuni; 1533 yılında Barbaros Hayreddin Paşa'yı İstanbul'a çağırmış ve kendisini Kaptan-ı derya olarak görevlendirmiştir.<ref name="TSK"/> Ayrıca kendisine Hayreddin ismi verilmiştir. Böylece 1534 yılında Akdeniz'e açılan Barbaros; İtalya kıyılarına taarruzlar düzenlemiş ve aynı yıl Tunus'u fethetmiştir. Fakat ertesi yıl Andre Dorya komutasındaki Haçlı donanması karşısında Tunus'u bırakmış ve İstanbul'a dönmüştür. 1536 yılında tekrar Akdeniz'e açılan Barbaros Hayreddin Paşa; Ege Denizi'ndeki Girit hariç Venedik Cumhuriyeti'ne ait tüm adaları fethetmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'de güçlenmesi üzerine Venedik, Ceneviz, Papalık, Malta, İspanya ve Portekiz gemilerinden oluşan büyük bir Haçlı donanması oluşturulmuş ve o dönemde Avrupa'nın en iyi denizcisi olan Andre Dorya komutasında Akdeniz'e açılmıştır. Osmanlı donanması ile Haçlı donanması Preveze'de karşılaşmış ve Barbaros Hayreddin Paşa, Turgut Reis, Seydi Ali Reis, Salih Reis gibi denizcilerin yönettiği Osmanlı donanması; kendisinden kat kat üstün olan Haçlı donanmasını mağlup etmiştir. Böylece Mora ve Dalmaçya kıyılarında Venedik Cumhuriyeti'ne ait tüm kaleler Osmanlı İmparatorluğu'na bırakılmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'deki üstünlüğü kabul edilmiştir. Ayrıca bu savaşın gerçekleşiği 28 Eylül günü, Donanma Günü olarak kutlanmaktadır <ref name="donanmatarihi.com">http://www.donanmatarihi.com/</ref>.
Fransa'ya Yardım (1543/1553-1559)
Şablon:Bakınız Şablon:Bakınız Kutsal Roma Cermen imparatoru Şarlken'e karşı mücadelede zayıf düşen Fransa kralı Fransuva; tekrar Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istemiş ve böylece Fransa'yla ittifak kurulmuştur <ref name="books.google.com"/>. Bu ittifaklar beraber Kanuni, Barbaros'u Fransa'ya göndermiştir. 1543 yılında Barbaros'un komutasındaki Osmanlı donanması ve Fransa donanması, Marsilya şehrinde birleşmişlerdir. Daha sonra iki donanma, Şarlken'in elindeki Nice şehrini kuşatmış ve şehir alınmıştır. Fakat Fransız askerlerinin isteksiz tavırları sebebiyle Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a dönmüştür <ref name="ReferenceB"/><ref name="Braudel"/>.
1553 yılında Fransa Krallığı'ndan gelen yardım çağrısı üzerine Kanuni; bu sefer Turgut Reis'i yardıma göndermiş ve Fransa ile Osmanlı donanması, Şarlken'le ittifak içinde olan Ceneviz Cumhuriyeti'ne ait Korsika Adası'nı kuşatarak ele geçirmiştir<ref name="ReferenceB"/><ref name="Braudel"/>. 1559 yılında Korsika'nın alınmasıyla beraber İtalya Savaşı'da sona ermiştir.
Hint Deniz Seferleri (1538-1553)
Şablon:Ana İpek Yolu ve Baharat Yolu gibi zengin Uzakdoğu ülkelerinden Avrupa'ya ulaşan ticaret yollarının; Osmanlı İmparatorluğu'nun denetimine girmesiyle beraber telaşlanan Avrupalılar, Uzakdoğu ülkelerine ulaşmak maksadıyla başka yollar aramaya başlamış ve bunun sonucunda Coğrafi Keşifler gerçekleşmiştir. Bartelmi Diyaz Ümit Burnu'nu keşfetmiş, Vasko dö Gama'da Ümit Burnu'nu geçerek Hindistan'a ulaşmıştır. Böylece Portekizliler; Afrika kıtasının etrafını dolaşarak Hindistan'a ulaşmayı başarmışlardır. Bundan sonra Portekizliler, güçlü donanmalarıyla Hint Okyanusu'na açılmışlar ve bölgedeki Müslüman tüccarlara engel olmuşlar, yerli halka baskı yapmışlardır. Ayrıca Hindistan'daki Müslüman Gucerat Sultanlığı'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istemesi üzerine Kanuni devrinde, Hint Okyanusu ve çevresini dört büyük sefer düzenlenmiştir. Bunlar sırasıyla 1538 yılında Hadım Süleyman Paşa tarafından, 1551 yılında Piri Reis tarafından, 1552 yılında Murat Reis tarafından ve 1553 yılında Seydi Ali Reis tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu bu seferlerle; Müslümanlar'a yardım etmeyi, Portekizliler'i bölgeden uzaklaştırmayı ve bölgenin denetimini ele geçirmeyi amaçlamışlar fakat başarısız olmuşlardır. Çünkü Osmanlı donanmasındaki gemiler okyanus şartlarına dayanıklı değildi ve bu seferlerin ekonomik yönünün iyi kavranamaması sebebiyle seferlere gerekli önem verilmemiştir. Ayrıca bölgedeki Müslümanlar'ın; Osmanlı donanmasına gerekli yardımı yapamaması ve Hint emirlikleriyle Araplar'ın birbirleriyle mücadeleleri, seferlerin başarısız olmasına yol açmıştır <ref name="donanmatarihi.com"/>.
Trablusgarp'ın Fethi (1551)
Şablon:Ana Rodos'un Fethi'yle bu adadan kaçan Rodos Şövalyeleri'nin bir kısmı Şarlken tarafından Malta Adası'na yerleştirilmiş, bir kısmı da Trablusgarp'a yerleşmiştir. Akdeniz'deki hakimiyeti pekiştirmek maksadıyla Kanuni, Turgut Reis'i şövalyelerin elindeki Trablusgarp'ı fethetmekle görevlendirmiştir. Nitekim Turgut Reis burayı fethetmiş ve kendisi, Trablusgarp Beylerbeyliği'ne getirilmiştir <ref>Braudel, Fernand (1995). The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II. University of California Press. ss. sf. 919-920. ISBN 0520203305</ref><ref>Shaw, Stanford J. (1976). History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Cambridge University Press. ss. sf. 106. ISBN 0521291631</ref><ref>Setton, Kenneth Meyer (1984). The Papacy and the Levant, 1204-1571. American Philosophical Society. ss. sf. 555. ISBN 0871691612</ref>.
Cerbe Deniz Zaferi (1560)
Şablon:Ana Osmanlı donanmasının Akdeniz'deki etkinliğine son vermek ve Türkler'i Kuzey Afrika'dan çıkarmak maksadıyla Venedik, İspanya, Portekiz ve Malta gemilerinden oluşan büyük bir Haçlı donanması oluşturulmuş ve bu donanma Cerbe Adası'na gelmiştir. Fakat Kaptan-ı Derya Piyale Paşa ve Trablusgarp beylerbeyi Turgut Reis'in kumandasındaki Osmanlı donanması, Haçlı donanmasını mağlup ederek adayı fethetmiş ve adanın yönetimi Turgut Reis'e bırakılmıştır <ref>Özdek, R. (1990) (Türkçe). Türkler'in Altın Kitabı Cilt-3. İstanbul: Tercüman Gazetesi</ref>.
Malta Kuşatması (1565)
Şablon:Ana Osmanlı İmparatorluğu'nun 1522 yılında; Rodos Adası'nı fethiyle buradan kaçan Rodos Şövalyeleri'nin bir kısmı Trablusgarp'a yerleşmiş, bir kısmı da Şarlken tarafından Malta Adası'na yerleştirilmişti. Trablusgarp'ın fethiyle buradaki şövalyeler bölgeden uzaklaştırılarak Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz egemenliği pekiştirilmişti. Ancak Malta'daki şövalyeler hayla burada bulunuyorlardı ve Osmanlı ticaret gemilerine zarar vermekte, ayrıca Türkler aleyhine ittifaklara katılmaktaydılar. Bu yüzden 1565 yılında Malta Adası Kaptan-ı Derya Piyale Paşa tarafından kuşatılmış ve kuşatmaya Turgut Reis'de katılmıştır. Fakat adadaki üç kalenin sağlamlığı sebebiyle kalelerden ancak biri fethedilebilinmiş ve kuşatma sürmüştür. Daha sonra Sicilya'dan gelen destek kuvvetlerinin adayı çıkması ve Turgut Reis'in şehit düşmesiyle kuşatma kaldırılmıştır <ref name="ReferenceC"/><ref name="Tarihte Olağanüstü Kişiler">Şablon:Kitap kaynağı</ref>.
Sakız Adası'nın Fethi (1566)
Ege Denizi'nde yer alan ve Batı Anadolu kıyılarına yakın olan Sakız Adası; Ceneviz Cumhuriyeti'nin bir sömürgesiydi ve Cenevizliler, bu ada için Fatih döneminden beri Osmanlı İmparatorluğu'na vergi ödemekteydiler. Fakat Kanuni devrinde Cenevizliler hem vergilerini düzenli ödememişler hem de Malta'da yerleşen Rodos Şövalyeleri'ne önemli yardımlarda bulunmuşlardır. Bu yüzden Kanuni; Zigetvar Seferi'ne çıkarken Piyale Paşa'yı, bu adayı fethetmekle görevlendirmiş ve yapılan seferle ada fethedilmiştir <ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; sf. 436</ref>.
Zigetvar Kuşatması ve Kanuni'nin Şehadeti (1566)
Şablon:Ana Avusturya Arşidüklüğü'nün; Osmanlı İmparatorluğu ile olan antlaşmasını bozarak Erdel'e saldırması üzerine Kanuni Sultan Süleyman sefere çıkmış ve Zigetvar Kalesi'ni kuşatmıştır. Fakat kuşatma sırasında Kanuni, beyin kanaması geçirerek vefat etmiştir. Ordunun çözülmemesi maksadıyla Kanuni'nin ölümü, kalenin fethinden sonra duyrulmuştur. Bu seferle beraber Kanuni Sultan Süleyman vefat etmiş ve bu sefer onun son seferi olmuştur <ref>Osmanlı Tarihi, II. Cilt, 10. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları-2011, Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı</ref><ref>İslam Ansiklopedisi (2009), cilt 37, s. 157</ref>.
Kanuni'nin vefatıyla beraber yerine, Sarı Selim olarak da tanınan II. Selim geçmiştir.
II. Selim Dönemi (1566-1574)
Şablon:Ana II. Selim; Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan doğan şehzadesidir. Kendisi İstanbul'da doğan ve İstanbul'da ölen, aynı zamanda ordunun başında sefere çıkmayan ilk Osmanlı padişahıdır. Gençliğinde Kütahya, Konya ve Manisa'da sancakbeyliği yapmış olup, babasının vefatı üzerine 42 yaşında, tek varis olarak tahta çıkmıştır <ref>I. Selim saltanat yılları için çok ayrıntılı ve inanılır dış kaynaklar: Turan, Serafeddin, "Selim II", İslam Ansiklopedisi, C.X say.434-444, Ankara ve İstanbul:Türkiye Cumhuriyeti, Maarif Bakanlığı, 1940 ve sonrası</ref><ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1951, yeni ed. 1988), Osmanlı Tarihi: Cilt. III/1 II. Selim'in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Andlaşması'na Kadar, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları</ref><ref>Sakaoğlu, Necdet, (1999), Bu Mülkün Sultanları, İstanbul:Oğlak ISBN 9753293006, say.149-160</ref>.
Yemen İsyanı (1568)
Şablon:Ana Yemen; Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiş, Hadım Süleyman Paşa'nın 1538 tarihli Hint deniz seferi ile kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kanuni döneminde Zeydiye Ailesi'nden İmam Mutahhar'a bazı ayrıcalıklar verilmiştir. Ancak Yemen Beylerbeyi Murat Paşa'nın bu ayrıcalıkları kaldırmak istemesi üzerine İmam Mutahhar isyan etmiştir. Nitekim isyan, Habeşistan Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa ve Şam Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa tarafından; 15 Mayıs'ta Aden'in, 26 Temmuz'da San'a'nın fethiyle isyan bastırılmıştır <ref>Turan, Serafeddin (1958), "Lala Mustafa Paşa Hakkında Notlar ve Vesikalar", Belleten C.22, say. 551-593</ref>.
Sumatra Seferi (1569)
Şablon:Ana Bügünkü Endonezya'ya bağlı Sumatra Adası'nın kuzeybatısında yer alan Açe Sultanlığı'nın; Portekizliler'e karşı Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istemesi üzerine II. Selim, 22 parçalık Kızıldeniz filosu komutanı Kurdoğlu Hızır Reis'i Açe'ye göndermiştir. Hint Okyanusu'na açılan Kurdoğlu, Açe'ye varmış ve gerekli yardımları ulaştırmıştır. Böylece Açe Sultanlığı Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmış ve Portekizliler'le mücadele edebilecek kudrete ulaşmıştır <ref>Safvet Bey (1329), "Şark Levendleri: Osmanlı Bahr-i Ahmer Filosunun Sumatra Seferi Üzerinde Vesikalar", Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası C.4, say. 1521-1540 (Osmanlıca)</ref>
Kıbrıs'ın Fethi (1571)
Şablon:Ana Kıbrıs Adası; Venedik Cumhuriyeti'nin elinde bulunmaktaydı ve Doğu Akdeniz ticareti için önem arz etmekteydi. Hristiyan korsanların barındığı ada; Osmanlı ticaret gemileri için tehdit oluşturmaktaydı ve Venedikliler; ada halkını ağır vergilerle ezmekteydiler. Bu yüzden ada halkını Osmanlı'dan yardım istemesi ve korsanların, Osmanlı gemilerine yağmalaması üzerine II. Selim, Lala Mustafa Paşa'yı adanın fethiyle görevlendirmiştir. Ancak Sokullu Mehmet Paşa bu kuşatmaya karşı çıkmaktaydı. Çünkü bu fetihle beraber bir Haçlı donanmasının oluşturulmasından endişe etmekteydi. Nitekim özellikle Magosa'dan büyük çıkarmalar yapılmış ve kuşatma 9 ay sürmüş, ada fethedilmiştir. Kıbrıs'ın fethiyle beraber Doğu Akdeniz ticaret yolunun güvenliği sağlanmış ve Anadolu'dan getirilen (özellikle Konya ve Karaman) Türkmenler'le adaya Türk kimliği kazandırılmıştır. Ayrıca bu fetih, Sokullu Mehmet Paşa'nın endişe ettiği gibi bir Haçlı donanmasının oluşturulmasına ve İnebahtı Deniz Savaşı'na neden olmuştur <ref>Raukar, Tomislav (Kasım 1977). "Venecija i ekonomski razvoj Dalmacije u XV i XVI stoljeću". Journal - Institute of Croatian History (in Croatian) (Zagreb, Croatia: Faculty of Philosophy, Zagreb) 10 (1): 222. ISSN 0353-295X. Retrieved 2012-07-08</ref><ref>McEvedy & Jones (1978), s. 119</ref>.
İnebahtı Deniz Savaşı (1571)
Şablon:Ana Kıbrıs Adası'nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethi üzerine Papa'nın önderliğinde İspanya, Venedik ve Malta gemilerinden oluşan bir Haçlı donanması oluşturulmuştur. Bu donanma; Mora Yarımadası'nın batısındaki İnebahtı'da Osmanlı donanmasına hazırlıksız yakalamıştır. Nitekim savaş Osmanlı donanmasının bozgunuyla sonuçlanmış ve Kılıç Ali Paşa, emrindeki filoyu kurtarmaya başararak İstanbul'a götürmüştür. Şablon:Quote box Bu savaşın kaybedilmesinde gemilerde deniz askerlerinin yerine kara askerlerinin yer alması ve donanmanın eksik olması etkili olmuştur. Bu savaşla beraber kimi tarihçilere göre Avrupalılar; Türkler'in yenilmez olmadığını anlamışlardır. Bu yenilgiyle Osmanlı donanması ilk kez yakılmış ve bu yenilginin sonuçları kısa süreli olmuştur. Dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa bu durumu Venedikli elçiye sağda görülen sözleriyle belirtmiştir.<ref name="Wheatcroft" /><ref name="Clissold" />
Tunus'un Fethi (1574)
Şablon:Ana İnebahtı Deniz Savaşı'nda yakılan Osmanlı donaması; çok kısa bir süre içinde tekrar inşa edilmiş ve Kılıç Ali Paşa komutasında Akdeniz'e açılmıştır. Venedik, Ceneviz ve İspanyol donanmaları bu yeni donanmanın karşısına çıkamamış ve bu donanma; 13 Eylül 1574 tarihinde Tunus'u kesin olarak fethetmiştir<ref>Setton, Kenneth Meyer (1984). The Papacy and the Levant, 1204-1571: Vol.IV. Philadelphia</ref><ref>María Antonia Garcés Cervantes in Algiers: A Captive's Tale Vanderbilt University Press, 2005 ISBN 0-8265-1470-7</ref>.
Duraklama Dönemi (1579-1683)
Şablon:Ana madde Bu dönem, Osmanlıların büyük bir güç olmaya devam ettiği, lakin eski gücünde olmadığının sinyallerini vermeye başladığı dönemdir. Yavaş yavaş Avrupalılara karşı prestij kaybı yaşadı. 1606 yılında imzalanan Zitvatorok Antlaşması, bunun bir göstergesidir. Değişen ticaret yolları ve gelişen Avrupa teknolojisi, Osmanlıların Avrupalılar karşısında güç kaybetmesine neden olmuştur.
Celalî (1519), Baba Zünnun (1525), Kalender Çelebi (1528), Karayazıcı (1598), kısaca Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirmiş, ağır vergiler yüzünden ya da “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçmiştir. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan tımar sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. Osmanlı'da ilmiyenin bozulması da Osmanlı'yı geriletti. Avrupa'daki gelişmelerin (Reform, Rönesans) takip edilmemesi Osmanlı için bir dezavantaj olmuştur.
Portekizlilerin Doğu Afrika ve Hindistan'da ticaret kolonileri kurmasından sonra, Osmanlılar bunun bitirilmesi gerektiğini düşündü. 16. yy'de boyunca Doğu Afrika'ya yapılan seferlerdeki kısmî başarılara rağmen, Hindistan'a yapılan seferler başarılı olamadı.
Bu dönemde yapılan savaşlar, Avrupalılar'a Osmanlı'nın "yenilemez" olmadığını göstermiştir. Her ne kadar İnebahtı Deniz Muharebesi'nden sonra çabucak toparlanılmış olsa da, Avrupalılar Osmanlı'nın yenilebileceğini anlamıştır. Ruslara yapılan seferler istenen etkiyi yapamadı. Hatta Molodi Savaşı'ndan sonra, Ruslar güçlenmelerini hızlandırarak sürdürmüşlerdir. Bu yüzden Duraklama Dönemi'nden itibaren Ruslar, Osmanlılar dağılana kadar, Osmanlıların en büyük düşmanı olacaktır. 1593 yılındaki savaş, Osmanlı'yı hem ekonomik hem de askerî açıdan zayıflattı. Asker eksikliği giderilse de, ekonomik zayıflık Celali ve Yeniçeri İsyanları'na neden oldu. Nüfusun büyüklüğü, ekonomik sorunları daha da büyüttü. IV. Murad döneminde daha çok Safevilerle uğraşıldı. Erivan ve Bağdat tekrar alındı (Osmanlı-Safevi Savaşı). Bu savaş sonunda imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile, Osmanlı'nın dağılıncaya kadarki doğu sınırını büyük ölçüde belirlendi.
Bu dönemde, Osmanlı tarihinde ilk defa yeniçerilerin kaldırılması gündeme geldi. Ancak bunu düşünen Genç Osman, yeniçeriler tarafından öldürüldü. 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam olmasıyla, Kadınlar saltanatı sona erdi. Bu değişim, Köprülüler Devri'ni başlattı. Bu devirde, Osmanlı kaybettiği gücünü az da olsa geri kazanmıştır. Podolya, Transilvanya, Girit gibi yerler alındı.
1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'yla beraber, Kutsal İttifak Savaşları başladı. 26 Ocak 1699 tarihinde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı-Kutsal ittifak Savaşları'nı bitirdi. Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin toprak kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin gerileme dönemi başlamıştır. Papa tarafından Osmanlı Devleti'ne karşı Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Rusya, Maltalı Sen Jean Şövalyeleri ve Venediklilerden oluşan bir ittifak ile uzun süren savaşlar sonunda yorgun düşen Osmanlı Devleti, Banat ve Temeşvar hariç bütün Macaristan'ı ve Erdel Prensliği'ni Avusturya'ya, Ukrayna'nın kuzeyini ve Podolya'ı Lehistan'a, Mora'yı ve Dalmaçya kıyılarını Venediklilere bırakmıştır.
Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması sonucu, devlet yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasına ve iç isyanların çıkmasına neden olmuştur. Özellikle Yeniçeriler artık padişaha karşı gelmekteydi. Yeniçerilerdeki Ocak, devlet içindir anlayışı Devlet, ocak içindir anlayışına dönüşmüştür. Avusturya ve İran seferleri sonucu oluşan ekonomik sıkıntılar, tımar sisteminin bozulması ve nüfus artışının yarattığı sosyal hayattaki sıkıntılar ve çağın gerisinde kalınması ile eğitim alanındaki bozulmalar sonucu devlet duraklama dönemine girmiştir. Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi, sık padişah değişmeleriyle çok verilen cülus bahşisi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması Osmanlı ekonomisini yıpratmıştır. Osmanlı Devleti'nin eğitim sisteminin bozulmasının nedeni Beşik Ulemalığı denilen sistemin ortaya çıkmış olmasıdır.Bu sisteme göre müderrislerin yeni doğan çocukları doğduğu andan itibaren medrese öğretmeni sayılıyordu.
III. Murad Dönemi (1574-1595)
Lehistan'ın Himaye Altına Alınması (1575)
Lehistan kralı 1572 yılında ölmüş ve kralın yerine geçecek varis bulunamamıştır. Bu yüzden Lehistan; Diyet meclisi tarafından idare edilmiştir. Bu durumda Osmanlı Devleti'nin, Lehistan'ı himaye altına alması gerekliydi. Çünkü Lehistan'daki bu siyasi boşluktan yararlanmak isteyen Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Rus Çarlığı, İsveç İmparatorluğu ve Fransa Krallığı; kendi hükümdar ailelerinden birinin Lehistan kralı olması için çabalamışlardır. Lehistan'ın Kutsal Roma Cermen İmpartorluğu ve Rusya arasında olan konumuda Osmanlı Devleti için önem teşkil etmiştir. Ayrıca Avusturya'ya komşu olan bir müttefik; Osmanlı Devleti'ni, Avusturya karşısında güçlü kılacaktı. II. Selim döneminde Fransa'nın desteklediği Henry, Osmanlı Devleti'ncede desteklenmiş ve Lehistan kralı olmuştur. Ancak Fransa tahtının boşalması sonucu Fransa kralı olmak isteyen Henry ülkesine kaçmış ve Lehistan'da yeniden karışıklıklar çıkmıştır. 1574 yılında II. Selim'in şehadetiyle sultan olan III. Murad; Erdel beyi Baturi'nin Lehistan kralı olmasını sağlamış ve ardından, Osmanlı Devleti ile Lehistan arasında bir antlaşma imzalanmıştır. Bu siyasi gelişmeler sonucunda Osmanlı Devleti'nin kuzey sınırları güvenlik altına alınmıştır. Ayrıca Osmanlı hakimiyeti Baltık Denizi'ne kadar ulaşmış ve Rusya'ya karşı kuzeyde bir set çekilmiştir. Erdel beyi Baturi'nin, 1575 yılında kral olmasıyla Osmanlı himayesine giren Lehistan, 1587 yılına kadar Osmanlı himayesinde kalmıştır <ref name="osmanlipadisahlari.gen.tr">http://www.osmanlipadisahlari.gen.tr/3.-murad-donemi-fetihler.html</ref>.
Fas'ın Himaye Altına Alınması ve Vadisseyl Savaşı (1576-1578)
Şablon:Ana 1574 yılında Tunus'un fethiyle beraber Kuzey Afrika'da Osmanlı topraklarına katılmayan tek yer olan Fas Sultanlığı ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk ilişkiler, Kanuni döneminde başlamıştır. Taraflar arasındaki ilişkiler, Osmanlı Devleti'nin Cezayir'deki gücüyle orantılı olarak değişmiştir. 16. yüzyılın ikinci yarısındaysa Osmanlı Devleti, Fas'taki taht kavgalarına karışmıştır. Çünkü Osmanlı Devleti'nin Cebelitarık Boğazı'na hakim olabileceği ve Atlas Okyanusu'na açılabileceği tek yer Fas'tı. Ayrıca Cezayir'in güvenliği açısından Fas, büyük bir önem taşımaktaydı. Nitekim III. Murad, kendisinden yardım isteyen Abdülmelik'e yardım için Cezayir beylerbeyi Ramazan Paşa'yı görevlendirmiştir. Ramazan Paşa, Fas'a girerek Abdülmelik'in taht mücadelesi verdiği Ebu Abdullah'ı mağlup etmiş ve 8 Mart 1576'da Fas tahtına Abdülmelik'i çıkarmıştır. Böylece Fas, Osmanlı Devleti'nin himayesine girmiştir. Portekizliler ise bu durumdan hiç hoşnut olmamış ve Tanca civarına kaçan Ebu Abdullah'ın kendilerinden yardım istemesi üzerine Portekiz kralı Sebastião, askeri harekat kararı almıştır. Ordusuyla beraber Tanca'ya çıkan ve kuvvetlerini Ebu Abdullah'la birleştiren Sebastião, Osmanlı Devleti ve Abdülmelik'in kuvvetleriyle Tanca'ya yakın Kasrü'l-Kebir'de karşılaşmıştır (1578). Burada iki taraf arasında Vadisseyl Muharebesi yaşanmış ve Portekiz ile Ebu Abdullah mağlup olmuştur. Osmanlı ile Abdülmelik'in kuvvetlerinin bir kısmı, o sırada gelgit etkisindeki Vadiü'l- Mehazin'i geçmeye çalışırken boğulmuştur. Aynı yerde Portekiz kralı Sebastião'da ölmüş ve arkasında herhangi bir varis bırakmamasından dolayı Portekiz, 60 yıl İspanya işgali altında kalmıştır. Portekiz hakimiyetindeki Hint ticaret yollarıysa Britanya ve Hollanda'nın kontrolüne geçmiştir. Öte yandan hasta olan Abdülmelik'te savaş esnasında hayatını kaybetmiştir. Vadisseyl Savaşı'yla beraber Fas'ta Portekiz hegemonyası önlenmiş ve Osmanlı Devleti, Fas'tan Mısır'a kadar bütün Kuzey Afrika'nın denetimini ele geçirerek 50 yıl daha Fas'ı himaye etmiştir. Fransa, 1830 yılında Cezayir'i ele geçirene kadar iki taraf arasındaki ilişkiler devam etmiştir. Osmanlı Devleti; Fas'ı, hiçbir dönemde topraklarına katmamıştır <ref name="osmanlipadisahlari.gen.tr"/><ref name= "Vadisseyl Muharebesi">İslam Ansiklopedisi, Mustafa L. Bilge</ref>.
Osmanlı-İran Harpleri (1578-1590)
Şablon:Ana İran'da Şah Tahmasb'ın ölmesiyle beraber onun oğlu İsmail, İran şahı olmuştur. Şah II. İsmail, Osmanlı Devleti ile İran arasında imzalanmış olan 1555 Amasya Antlaşması'na riayet etmemiştir. Ayrıca bazı Osmanlı emirlerini kendi tarafına çekmiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti, Van Beylerbeyliği'ne emir vererek bölgede huzurun sağlanmasını istemiştir. İran'ın Luristan valisinin Osmanlı Devleti'ne sığınmasıyla ilişkiler iyice gerginleşmiştir <ref name="osmanlipadisahlari.gen.tr"/>.
Bu dönemde İran şahı II. İsmail'in zehirlenerek öldürülmesiyle beraber İran'da taht kavgaları başlamıştır. İran'daki karışıklıklardan faydalanılması gerektiğini belirten Van beylerbeyi, İran'ın zararlı faaliyetlerinin önlenmesi amacıyla bu devlete savaş ilan edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin; Kafkasya'ya ulaşmak istemesi, İran'ın kuzeydende baskı altına almak ve Orta Asya Türk dünyasıyla bağlantı kurmak istemesi nedenleriyle Sultan III. Murad, 1578 yılında İran'daki Safevî Devleti'ne savaş ilan etmiştir. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa; bu savaşa engel olmak istemiştir çünkü İran'ın geniş bir coğrafya olduğu ve burada tutunmanın zor olduğunu, Safevîler'e karşı galip gelinse dahi Şiî İran halkının itaat altına alınamayacağını belirtmiştir. Buna rağmen Sokullu, padişah üzerindeki etkisinin azalmasından ve o dönem devlet idaresinde etkili olan Sinan Paşa ile Lala Mustafa Paşa'nın İran seferine başkomutan olmak istemesi nedeniyle bu savaşa engel olamamıştır. Sokullu'nun haklı olduğu sonradan da anlaşılmıştır. Nitekim III. Murad, kendisi ordunun başında sefere çıkacak kabiliyette olmadığından Lala Mustafa Paşa'yı, orduya serdar tayin etmiş ve savaş ilan etmiştir. Lala Mustafa Paşa, 5 Nisan 1578'de orduyla beraber Üsküdar'a geçmiştir. Aşkale'ye varınca da Karaman, Maraş, Erzurum ve Diyarbakır beylerbeylik kuvvetleriyle asıl orduyu birleştirmiştir <ref name="osmanlipadisahlari.gen.tr"/><ref>http://host.nigde.edu.tr/remzikilic/makale/index.php?entry=entry091112-135422</ref>.
Çıldır Meydan Muharebesi ve Sonrası (1578-1583)
Şablon:Ana Van beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa'nın, sınırda İran komutanlarından Emîr Han’ı bozguna uğrattığını haber alan Lala Mustafa Paşa, kendi üzerine gelen İran kuvvetlerinin durdurulması görevini Özdemiroğlu Osman Paşa'ya vermiştir. Osman Paşa, emrindeki kuvvetlerle Çıldır Gölü'nün kuzeybatısına gelmiş ve İran kuvvetlerini karşılamıştır. 9 Ağustos 1578 tarihinde, burada gerçekleşen Çıldır Meydan Savaşı'nı Özdemiroğlu Osman Paşa kazanmış ve Tokmak Han komutasındaki Safevîler önemli bir bozguna uğramıştır. Bu savaşla beraber Aras Nehri boyları tekrar Osmanlı egemenliğine girmiş ve Azerbaycan ile Gürcistan'ın fethi için herhangi bir engel kalmamıştır. Bu savaşın hemen ardından Gürcistan ve Tiflis fethedilmiştir. Buralardan Şirvan üzerine yönelen Osman Paşa, üzerine gelen 20.000 kişilik bir İran kuvvetini Koyun Geçidi'nde mağlup etmiştir. Bu savaşta esir alınan 5.000 kişi dışındaki tüm İran askerleri öldürülmüştür. Çıldır Zaferi'nin ardından Gürcistan'ı fetheden Osmanlı ordusu, Koyun Geçidi Zaferi'nden sonrada nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Şirvan'ı fethetmiştir. Bu esnada, Hazar Denizi kıyısındaki Doğu Şirvan bölgesindeki Sünni halk, kendilerine zulmeden İran'a karşı ayaklanmış ve İran'ı bölgeden çıkarmıştır. Bölgeye gelen Osmanlı ordusu, burayı rahatlıkla kontrol altına almış, ardından da Dağıstan'a yönelerek burayı fethedilmiştir .
Özdemiroğlu Osman Paşa, az bir kuvvetle fethedilen yerlerde bırakılmış ve 8 Ekim'de Lala Mustafa Paşa, asıl orduyla Erzurum kışlağına çekilmiştir. Bunu fırsat bilen Safevîler'se 30.000 kişilik bir kuvvetle bölgeye girmişlerdir. 14.000 kişiyle Safevîler'e karşı koyan Özdemiroğlu Osman Paşa, Şamahı'da yapılan savaşta düşmana 15.000 ölü verdirmiş ve 10.000 esir almıştır. Kasım 1578'de gerçekleşen bu savaşta Safevîler'den çoğu yaralı birkaç bin asker kurtulabilmiştir. Esir edilen Safevî komutanı Urus Han ile oğlu Dede Han, Ereş'te Sünni halkı katletmiş olmaları sebebiyle idam edilmiştir. Bu yenilgilerden sonra Safevîler, Özdemiroğlu Osman Paşa ile ancak Safevî şehzadesinin başa çıkabileceğini düşünmüşler ve Safevî veliahdı Hamza Mirza'yı, emrindeki 100.000 kişilik orduyla Osman Paşa üzerine göndermişlerdir. Osmanlı kuvvetleriyse Osman Paşa'nın 13.000 kişilik kuvveti ve yardıma gelen 25.000 kişilik Kırım atlılarından ibaretti. Yapılan savaşta düşmana ağır kayıplar verdiren Osman Paşa, kendisininde az bir kuvveti kaldığı için Şirvan'ı Safevîler'e bırakarak Dağıstan'a çekilmiştir.
1579 yılında yapılan savaşlarda Erzurum ve Kırım'dan gelen kuvvetlerin yardımıyla Şirvan tekrar alınarak Safevîler'e ağır kayıplar verdirilmiştir. Aynı yıl Kars'a kale yaptırılmış ve şehir imar edilmiştir. 1580 yılında herhangi bir çatışma gerçekleşmemiştir. Ordu serdarlığınada Lala Mustafa Paşa yerine Koca Sinan Paşa getirilmiştir. 1581 yılında Şirvan'ı almak amacıyla 18.000 kişilik bir orduyla hareket eden Safevî komutanı Selmân Han, Kırım kalgayı Mehmed Giray'ın oğlu Gazi Giray tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmış ve 18.000 kişiden sadece 300'ü kurtulmuştur. 1582 yılında Safevîler, Çıldır Meydan Savaşı'dan sonra kaybetmiş oldukları Gürcistan ve buranın merkezi Tiflis'i almak için harekete geçerek Tiflis'i kuşatmışlardır. Kalede çok az asker ve erzak bulunmasına karşın kale son derece iyi savunulmuştur. Nitekim kuşatmadan sonuç alınmadığına gören Safevîler, geri çekilmişlerdir.
Meşaleler Muharebesi ve Sonrası (1583-1590)
Şablon:Ana 1583 yılında ordu serdarlığına Ferhat Paşa getirilmiş ve 60.000 kişilik bir kuvvetle İstanbul'dan yola çıkmıştır. Bunu öğrenen Safevîler'in Gence valisi İmam Kulu Han; bu kuvvetler gelmeden Özdemiroğlu Osman Paşa'nın kuvvetlerini yenme amacıyla 50.000 kişilik bir kuvvetle Şirvan ile Dağıstan arasındaki Samur Irmağı'nın güney kıyısına gelmiş ve oradan da Bilasa Ovası'na inmiştir. Bu ovada üç gün üç gece süren, gecelerde meşale yakılarak muharebeye devam edilmesinden dolayı Meşaleler Muharebesi adını alan bu savaşta İmam Kulu Han, 7.000 kayıp vermiş ve ordusunun geri kalan kısmının dağılması sebebiyle çekilmiştir. Meşaleler Savaşı'yla Özdemiroğlu Osman Paşa, çok büyük bir zafer kazanmıştır. Bu sırada bölgeye yaklaşan Ferhat Paşa'da zafer haberini almış ve önce Revan'ı, ardından da Bakü'yü fethetmiştir.
1585 yılında hem sadrazam hem de İran serdarı olan Özdemiroğlu Osman Paşa, 150.000 kişilik ordusuyla 25 Eylül 1585 tarihinde Tebriz'in, Osmanlı Devleti tarafından beşinci fethini gerçekleştirmiştir. Kaleyi tamir ettirerek komutan tayin eden Osman Paşa, Tebriz'in bir banliyösü olan Şenb-i Gazan'a gelmiştir. Uzun süredir hasta olan Osman Paşa'nın rahatsızlığı da iyice ilerlemiştir. Bu esnada yanlış bir istihbarat sonucu Osman Paşa'nın öldüğünü duyan Safevî veliahdı Hamza Mirza, 30.000 atlıyla Osmanlı Ordusu'na bir gece baskını yapmak istemiş ancak başarılı olamayarak geri çekilmiştir. Bu, Özdemiroğlu Osman Paşa'nın son zaferi olmuş ve Osman Paşa, 30 Ekim 1585 gecesi vefat etmiştir. 1587 yılında önemli bir çarpışma gerçekleşmemiştir. 1588 yılındaysa Ferhat Paşa, Sultan III. Murad'ın kesin emriyle Gence'yi fethetmiştir. Şirvan beylerbeyi Cafer Paşa'ysa; Safevîler'in Gence valisi Ziyâdoğlu Mehmed Han'ın kuvvetlerinin büyük bir kısmını imha etmiştir.
Irak Cephesi
1578-1590 Osmanlı-İran Savaşı'nın Irak cephesinde; her ne kadar Gürcistan, Şirvan taraflarındaki kadar olmasada Osmanlı üstünlüğü burada da devam etmiştir. 1578'de Dînever, Muhammere, Şüster, Dizfûl bölgeleriyle Basra Körfezi'nin kıyı yakaları Osmanlı Devleti tarafından fethedilmiştir. Bağdat beylerbeyi Elvendzâde Ali Paşa, 7 Kasım 1583 tarihli Dizfûl Meydan Muharebesi'nde Safevîler'i mağlup edince; Batı İran'daki Şafiî olan aşiretler ve beyler, teker teker gelip Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını bildirmişlerdir. Böylece güneyden kuzeye Huzistan, Luristan, Kirmanşah, Ardelan eyaletleri Osmanlı Devleti'ne katılmıştır. 30 Ekim 1587 tarihinde, Irak cephesinde Çağalazâde Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Hemedan Safevî valisi Korkmaz Han'ın emrindeki kuvvetlerle Câmâsâb Çayı kenarında yaptıkları meydan muharebesini kazanmışlar ve Safevîler'e ağır kayıplar verdirerek Korkmaz Han'ı esir etmişlerdir.
Ferhat Paşa Antlaşması (1590)
Şablon:Ana Batıda hem Kafkas hem de Irak cephelerinde Osmanlı Devleti'yle savaşan, ağır yenilgiler alıp büyük çaplı toprak kayıplarına uğrayan Safevîler, Horasan'da hüküm süren Sünnî ve Türk Şeybaniler'in hükümdarı Abdullah Han'ın; Meşhed'i kuşatıp fethetmesi ve Hindistan'daki Sünnî Ekber Şah'la aralarının bozuk olması sebebiyle üç ateş arasında kalmışlardır. Bu yüzden Şah Abbas, Osmanlı Devleti'nden barış istemiştir. Şah Abbas; yeğeni Haydar Mirza'yı bir elçi heyetiyle beraber sulh rehinesi olarak Osmanlı Devleti'ne göndermiştir. 14 Ekim 1589 tarihinde Hasankale'deki umumi karargahta Ferhat Paşa tarafından karşılanan Safevî şehzadesi, 28 Ocak 1590'da İstanbul'a gelmiştir. Sulh heyeti başkanı Mehdî Kul Han, Sultan III. Murad tarafından kabul edilmiştir. Konuşmasına izin verilince Şah Abbas'ın tüm Osmanlı fütûhatını tanıdığını, o zaman için fiilen tarafların elinde bulunan yerlerin aynı devlette kalması şartıyla sulh istediğini belirtip, Şah Abbas’ın; Osmanlı padişahının saltanat süren kulları arasında bulunduğunu söylemiştir.
21 Mart 1590 tarihinde, Osmanlı Devleti ile Safevîler arasında Ferhat Paşa Antlaşması imzalanmıştır. Duraklama Dönemi'nin ilk antlaşması olan Ferhat Paşa Antlaşması ile iki taraf arasında 12 yıldır süren savaşlar sona erdirilmiş; başta Tebriz şehri olmak üzere tüm Azerbaycan, Gürcistan, Karabağ, Dağıstan, Şirvan, Luristan ve Şehrizor Osmanlı Devleti'ne bırakılmış ve İslam peygamberi Muhammed, Dört Halife'den Ebu Bekir, Ömer bin Hattab, Osman bin Affan ile Muhammed'in zevcesi Aişe hakkında Şiî İran halkının kötü söz söylememesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca bu antlaşmayla beraber Osmanlı Devleti; doğudaki en geniş sınırlarına ulaşmıştır<ref>http://www.derszamani.net/ferhat-pasa-antlasmasi.html</ref>.
III. Mehmed Dönemi (1595-1603)
Osmanlı-Avusturya Harpleri (1593-1606)
Şablon:Ana Osmanlı Devleti'nin; doğuda İran'a karşı büyük bir zafer kazandığı dönemde, batıda da bazı gelişmeler olmuştur. Avusturya Arşidüklüğü, 1533 tarihli İstanbul Antlaşması gereği Osmanlı Devleti'ne ödenmesi gereken yıllık 30.000 düka altın vergiyi geciktirmiş ve Osmanlı sınırında olaylar çıkartmıştır. Bu nedene Bosna beylerbeyi Telli Hasan Paşa, Avusturya üzerine bir harekat düzenleyerek 1.000 esir, 12 top ve birçok ganimetle geri dönmüştür. Ancak bu harekat, Avusturya'yla olan ilişkileri daha da kötüye itmiş ve Avusturya, taarruz geçmiş, Sisak-Moslavina denen yerde Telli Hasan Paşa ile 8.000 askerini pusuya düşürerek hepsini öldürmüştür. Bunun üzerine Dîvân-ı Hümâyun, 1593 yılında Avusturya'ya savaş ilan etmiştir. Osmanlı Devleti, bu savaşın başlaması konusunda her ne kadar haklı olsa da neredeyse tüm Avrupa ülkeleri, Avusturya'yı desteklemiştir.
Sultan III. Murad dönemindeki bazı çatışmalarda Osmanlı Devleti bazen galip gelmiş bazen de mağlup olmuştur. Ancak bu çatışmalarda iki tarafta herhangi bir çıkar elde edememiştir. Avusturya ile olan savaşlar devam ederken, 16 Ocak 1595 tarihinde Sultan III. Murad vefat etmiş ve 11 gün sonra yerine oğlu III. Mehmed sultan olmuştur.
Sultan III. Mehmed tahta çıktığında Osmanlı Devleti, Avusturya Arşidüklüğü'yle yoğun bir şekilde savaşmaktaydı. III. Mehmed'in tahta çıktığı ilk günlerde Eflak, Boğdan ve Erdel beyleri; Avusturya'nın kışkırtmaları sonucu isyan etmiştir. Bu arada Sadrazam Koca Sinan Paşa'nın rakibi olan, İran savaşlarında da yer alan Ferhat Paşa; III. Murad'ın ölüp yerine III. Mehmed'in geçmesinden faydalanarak 16 Şubat 1595 tarihinda Sinan Paşa'nın azlini sağlamıştır. Valide Safiye Sultan'ın desteklediği Ferhat Paşa; Eflak üzerine seferdeyken kendisinin sadrazamlıktan azli için İstanbul'da çalışmalar yapıldığını öğrenmiş ve bu yüzden cepheyi bırakıp İstanbul yolunu tutmuştur. Bu sırada vüzera ve ulemadan etkili taraftarlarının desteğini alan Koca Sinan Paşa, 30.000 akçe rüşvet vererek Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi'den fetva almış ve 7 Temmuz 1595'te tekrar sadrazam olmuştur.
Tekrar sadrazam olduktan sonra savaşlara devam eden Koca Sinan Paşa; oğlu Mehmed Paşa'yı Macaristan cephesine göndermiş, kendiside 17 Ağustos 1595 tarihinde Eflak voyvodası II. Mihael'in (Cesur Mihael) isyanını bastırmak için sefere çıkmıştır. Rusçuk'ta tamamlanmış olan köprü vasıtasıyla Tuna Nehri'ni alıp Eflak topraklarına giren Koca Sinan Paşa, Mihael'in kuvvetleriyle Bükreş civarında karşılaşmıştır. Sinan Paşa'ya karşı mağlup olan Mihael, Erdel sınırına kaçmıştır. Sinan Paşa'ysa Bükreş'i alarak burayı bir İslam şehri yapmış, kiliseleri camiye tahvil etmiştir. Ancak kışın yaklaştığı dönemde Mihael'in gerilla savaşları ve onun Erdel voyvodası Sigismund Batori'den destek görmesi, bu seferi zora sokmuştur. Bu yüzden Sinan Paşa, Yergöğü'ne çekilmek zorunda kalmıştır <ref name="Uzunçarşılı 1954">Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, (1954) Osmanlı Tarihi III. Cilt, 2. Kısım , XVI. Yüzyıl Ortalarından XVII. Yüzyıl Sonuna kadar), Ankara: Türk Tarih Kurumu (Altıncı Baskı 2011 ISBN 978-975-16-0010)</ref><ref name="Tektaş, Nazim 2002">Tektaş, Nazim (2002), Sadrâzamlar Osmanlı'da İkinci Adam Saltanatı, İstanbul:Çatı Yayınevi</ref>.
27 Ekim 1595 tarihinde II. Mihael; Osmanlı Ordusu'ndan nispeten az olan kuvvetleriyle saldırıya geçmiş ve Osmanlı kuvvetleri, Yergöğü'nde ağır bir yenilgi alarak büyük kayıp vermiştir. Ardından Mihael, Rusçuk'taki köprüyü yıkmış ve Tuna Nehri'nin öte tarafındaki Osmanlı kuvvetlerine top atışları yaparak Rusçuk şehrini yakmıştır. Bu esnada Macaristan cephesinde de kritik öneme sahip olan Estergon, Eylül 1595'te kaybedilmiştir. Bu başarısızlıklar sebebiyle 19 Kasım 1595 tarihinde Koca Sinan Paşa azledilerek Malkara'ya gönderilmiş ve yerine Tekeli Lala Mehmed Paşa getirilmiştir. Ancak Mehmed Paşa göreve geldikten 10 gün sonra vefat edince Koca Sinan Paşa, 1 Aralık 1595'te tekrar sadrazam yapılmıştır. Koca Sinan Paşa, cephedeki nazik durumdan dolayı Sultan III. Mehmed'in, ordunun başında sefere çıkmasını istemiştir. Valide Safiye Sultan buna her ne kadar karşı çıksada bir yandan Koca Sinan Paşa'nın bir yandan da Hoca Sadeddin Efendi'nin teşvikleriyle III. Mehmed, ordunun başında sefere çıkmaya karar vermiştir. Sefer hazırlıklarının sürdüğü esnada Koca Sinan Paşa hastalanmış, divan toplantılarına katılamamış, 4 Nisan 1596 tarihinde de vefat etmiştir. Onun vefatıyla Damat İbrahim Paşa, yeni sadrazam olmuştur <ref name="Uzunçarşılı 1954"/><ref name="Tektaş, Nazim 2002"/>.
Eğri'nin Fethi (1596)
Şablon:Ana Ordunun başında sefere çıkan Sultan III. Mehmed, henüz Segedin'deyken daha önceden kritik Estergon kalesini ele geçiren Avusturya, Hatvan kalesini kuşatmıştır. Gönderilen destek kuvvetlerinin yetişememesinden dolayı Hatvan kaleside düşmüş ve kaledeki tüm muhafızlar ile halk, Avusturya ordusu tarafından katledilmiştir. Bu yüzden Osmanlı ordusunda bir intikam duygusu ortaya çıkmıştır. 21 Eylül 1596 tarihinde; başında Sultan III. Mehmed bulunan Osmanlı ordusu, Eğri Kalesi önlerine gelmiştir. III. Mehmed kaleye elçi yollayarak kalenin kendilerine teslim edilmesini istemiş ancak bu istek reddedilince kuşatma başlamıştır. Top atışları sonucu burçlarda gedikler açılsada kalenin çok iyi savunulması sebebiyle Osmanlı askerleri, şehre girememiştir. İntikam duygusuyla savaşan Osmanlı ordusunda, paşalar ve kumandanlarda en önünde savaşınca maneviyat en üst düzeye çıkmıştır. Nitekim çok büyük bir gedik açılmış ve Osmanlı ordusu kaleye girmiş, dayanamayan muhafızlarda teslim olmuştur. Ancak Osmanlı askerlerinin, Hatvan'da yapılanları unutamaması sebebiyle Eğri kalesindekilerde aynı akıbete uğramıştır. Ayrıca bu kalenin fethiyle beraber Sultan III. Mehmed "Eğri Fâtihi" unvanı almış ve Osmanlı Devleti, en geniş yüzölçümüne ulaşmıştır. Eğri'nin fethedilmesinden sonra, Hatvan kaleside geri alınmıştır <ref name="Uzunçarşılı 1954"/><ref name="Tektaş, Nazim 2002"/>.
Haçova Meydan Muharebesi (1596)
Şablon:Ana Eğri Kuşatması henüz devam ederken Avusturya'da büyük bir ordu oluşturulmuş; bu orduya isyan halindeki Erdel kuvvetlerinden başka Alman, Felemenk, Macar, Leh, İspanyol, Çek, Hırvat, Slovak ve İtalyan askerleride katılmış, nitekim ordunun mevcudu 300.000 kişiyi bulmuştur. Buna karşılık Osmanlı ordusu 140.000 kişiyle sınırlı kalmıştır. Avusturya ordusunun bu kadar kuvvetli olduğunundan haberdar olmayan sadrazam Damat İbrahim Paşa, bu orduyu durdurmak için Cafer Paşa'yı görevlendirmiştir. Emrindeki 4.500 kişiyle saldırıya geçen ve hem Avusturya ordusunun büyüklüğünden hem de Rumeli beylerbeyi Veli Paşa'nın taarruza geçmemesinden dolayı Avusturya arşidükü III. Maximilian tarafından kumanda edilmekte olan bu büyük ordu karşısında kayıp veren Cafer Paşa, geri çekilmiştir. Bunun üzerine asıl Osmanlı ordusu 25 Ekim'de Haçova'ya gelerek buraya mevzilenmiştir. Savaşın ilk gününde gerçekleşen çatışmalarda Kırım kalgayı Fetih Giray Han ve Ağaoğlu Sinan Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri, Avusturya ordusuna 6.000 kişilik ağır bir kayıp verdirmiştir. Ancak tüm hatlarıyla Türk ordusunun merkezine yüklenen Avusturya ordusu; Yeniçeriler'i de şaşırtan bir ateş gücüyle Ordu-yi Hümâyûn'a büyük kayıplar verdirmiştir. Bu esnada Sultan III. Mehmed'in otağına çekilmesi ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın sultana geri çekilmeyi telkin etmesiyle Türk ordusunda bir bozgun havası esmeye başlamıştır.
Ancak Hoca Sadeddin Efendi'nin; geri çekilmek için atına binen III. Mehmed'in atının dizginlerinden tutarak buna engel olması ve kendi gazileri ile Kırım atlılarıyla Avusturya ordusunu şaşırtan bir taarruza girişmesi savaşın sonucuna büyük etkilerde bulunmuştur. Ayrıca Osmanlı ordusunun merkezine girerek yağmaya başlayan ve disiplinden çıkan Avusturya askerlerine, Osmanlı ordusunun geri hizmetçileri olan oduncular, çadırcılar, deveciler, aşçılar ve uşakların ellerine geçirdikleri kazma, balta, tırpan ve kepçelerle saldırmaya başlamasıyla beraber disiplinden çıkan Avusturya askerleri paniğe kapılmıştır. Bundan faydalanarak toparlanan akıncılar ve yeniçerilerin yeniden düşmana saldırmasıyla savaşın dengeleri alt üst olmuştur. Türk akıncılarının seri manevralarıyla savaş esnasındaki ateş menzili avantajını kaybeden ve disiplinden çıkan askerlerini toparlayamayan Avusturya arşidükü III. Maximilian, geri çekilmeye başlamıştır. Nitekim Türk ordusundaki bozgun havası zafer havasına dönmüş ve bu defa Türk ordusu tüm hatlarıyla Avusturya ordusuna saldırmıştır. Maximilian, ordusu düzensiz bir şekilde çekilirken çatışmalardan başka bataklığa saplanan 20.000 askerini kaybetmiştir. Ayrıca imparatorluk armalı yaklaşık 100 büyük Avusturya topu, Osmanlı ordusunun eline geçmiştir. Saldırı toplarını ve en seçkin piyadelerini kaybeden Maximilian, karargahını terk ederek kaçmak zorunda kalmıştır. Ancak Osmanlı Ordusu'da çok kayba uğradığından ve düşmana yeterince kayıp verdirdiğini düşündüğünden Maximilian'ı takip etme girişiminde bulunmamış, şehri savunacak hiçbir güç kalmadığı halde Viyana'yı kuşatmamıştır.
Bu savaşla beraber Avusturya, beklemediği bir mağlubiyet almıştır. Ayrıca Haçova Zaferi, Avrupa içlerine kadar girmiş bulunan Osmanlı Devleti'nin son büyük meydan savaşı zaferi olmuştur. Bu zafer, kazanılmasında çadırcı, deveci, aşçı gibi geri hizmetlilerinde yer alması sebebiyle savaş literatüründe "Kazma-Kürek Savaşı" olarak da geçer. Haçova Zaferi'nden sonra gerek savaşın kötü bir şekilde yönetilmesi, gerekse Eflak, Boğdan ve Erdel voyvodalıklarının çıkardıkları isyanların yayılması savaşın Osmanlı Devleti'nin aleyhine dönerek 1606'ya kadar uzamasına neden olmuştur <ref name="Uzunçarşılı 1954"/><ref name="Tektaş, Nazim 2002"/>.
Kanije Savunması (1601)
Şablon:Ana 1600 yılında Avusturya Arşidüklüğü'ne karşı ilerleyen Osmanlı Ordusu; alınamaz denilen Kanije Kalesi'ni fethetmiş ve kalenin komutanlığına Tiryaki Hasan Paşa getirilmiştir. Ardından kaleye 9.000 kişilik bir kuvvet ve cephane ile erzak bırakan Osmanlı Ordusu, geri çekilmiştir.
Osmanlı Ordusu'nun çekilmesini fırsat bilen Avusturyalılar, 9 Eylül 1601 tarihinde Kanije önlerine gelerek kalenin dışarıyla bağlantısını kesmiş ve kaleyi kuşatmıştır. Kanije'yi kuşatan Avusturya ordusunun mevcudu 35.000 ila 100.000 asker ve 47 büyük toptan oluşmuştur. Bu ordunun içinde Avusturyalı askerlerden başka İtalyan, İspanyol, Hırvat ve Macar askerlerle Malta Adası'ndan gelen bazı Saint Jean Şövalyeleri'de yer almıştır. Tiryaki Hasan Paşa'nın emrindeyse 9.000 yeniçeri ile 100 küçük çaplı bulunmaktaydı. Ayrıca kalenin dışarıyla tüm bağlantısı kesilmekle beraber, erzak ve cephanede son derece kısıtlı düzeydeydi.
Tiryaki Hasan Paşa, kuşatmanın ilk günlerinde sadece tüfek atışı yaptırmıştır. Bu yüzden kalede top bulunmadığını düşünen Avusturya arşidükü Ferdinand, topyekün bir saldırı emri vermiştir. Ancak kaledeki topların ateşlenmesiyle ağır kayıplar veren Avusturya ordusu geri çekilmiş ve verdiği ağır kayıplardan sonra daha agresif bir şekilde saldırmaya başlamıştır. Bu şiddetli saldırılara direnen Tiryaki Hasan Paşa, artık kalenin tek başına silahlarla savunulamayacağını anlamış ve düşman üzerinde psikolojik baskı yaratmak istemiştir. Bunun için ilk olarak kale dışında ölen askerlerinin ceplerine kurmaca mektuplar koydurmuştur. İçinde Kanije Kalesi'nin çok uzun süre yetecek erzak ve cephaneye sahip olduğu, Belgrad'da bulunan Osmanlı Ordusu'nun her an yardıma geleceği yazan bu mektuplar, kalenin düşürülememesi sebebiyle çok kızgın olan Avusturya arşidükü Ferdinand'ı iyice sinirlendirmiş ve telaşlandırmıştır. Bunun sonucunda Ferdinand, kaleye yapılan saldırıları daha sıklaştırmış ve sertleştirmiş, Tiryaki Hasan Paşa'nın kellesini getiren askere "40 köy" vaat etmiştir.
Saldırıların daha sıklaştığı ve sertleştiğini gören Tiryaki Hasan Paşa, kurmaca mektupların kendi aleyhlerinde olduğunu anlamış ve farklı bir yol denemiştir. Buna göre sanki kalenin içinde her gün şenlik varmış gibi devamlı Mehter Marşı çalınmıştır. Ancak bu yol, illaki kalenin düşürülmesini isteyen Avusturya arşidükü Ferdinand'ı daha da agresifleştirmiştir.
Kuşatmanın ikinci ayına yaklaşılırken kaledeki cephane ve erzak ciddi bir şekilde azalmıştır. Bu durum da Tiryaki Hasan Paşa'yı zora sokmuştur. Kalede cephane ve erzak sıkıntısı çekilirken Yüzbaşı Ahmed Ağa yardıma yetişmiş ve kaleye cephane ile erzak tedarik edilmiştir. Gerekli maddelerin teminiyle beraber kalede barut imalatı başlatılmış ve üretilen barut 2-3 hafta askerlere yetmiştir. Ama 2-3 hafta sonra bu barut da tükenme noktasına, erzak da ihtiyaçları karşılayamaz hale gelmiştir. Ayrıca sert bir kışın yaklaşması sebebiyle kalenin bu şekilde savunulması imkansızdı. Bu yüzden Tiryaki Hasan Paşa, kalenin kurtarılması için gece baskını (huruç) gerçekleştirmeye karar vermiştir. Eğer bu baskın başarısız olursa, kalenin daha fazla müdafaa edilmesi imkansızdı. Nitekim kuşatmanın 73. gecesi yani 18 Kasım 1601 tarihinde, Tiryaki Hasan Paşa ve kurmayları dahil Osmanlı kuvvetleri; Avusturyalılar'a bir gece baskını düzenlemiştir. Osmanlı Ordusu'nun yardıma geldiğini sanan Ferdinand, çok sayıdaki askeri ve muhafızlarıyla geride imparatorluk armalı 47 büyük top, 14.000 tüfek, 60.000 çadır, 15.000 kazma-kürek, sayısız erzak ve kendi altın tahı ile otağını bırakarak kaçmıştır. Bu büyük zaferin ardından Tiryaki Hasan Paşa'ysa Bosna beylerbeyi yapılmıştır <ref name="Uzunçarşılı 1954"/><ref name="Tektaş, Nazim 2002"/><ref>Austria in conflict with the Porte, The German Political Broadsheet, 1600-1700: Vol. I, 1600-1615, Ed. John Roger Paas, (MZ-Verlagsdruckerei GmbH, 1985), 51.</ref><ref>Austria in conflict with the Porte, The German Political Broadsheet, 1600-1700: Vol. I, 1600-1615, 51.</ref><ref>Altındiş, Ceyla - NTV Tarih - Sayı 34 - Kasım 2011 - İstanbul 1308-7878</ref>.
Zitvatorok Antlaşması (1606)
Şablon:Ana Aralıklarla süren ve Sultan III. Mehmed'in 22 Aralık 1603 tarihinde vefatıyla yerine geçen oğlu ve yeni Sultan I. Ahmed döneminde de devam eden savaş, iki tarafa da ağır yükler yüklemesi sebebiyle 11 Kasım 1606 tarihli Zitvatorok Antlaşması'yla sona erdirilmiştir. Bu antlaşmaya göre Eğri, Estergon ve Kanije kaleleri Osmanlı Devleti'ne; Yanıkkale ve Komarom kaleleriyse Avusturya'ya bırakılarak Avusturya'nın bir kereye mahsus olmak üzere Osmanlı Devleti'ne 200.000 altın savaş tazminatı ödemesine karar verilmiştir. Ayrıca Avusturya'nın; Osmanlı Devleti'ne ödediği yıllık 30.000 altınlık vergi kaldırılmış ve Avusturya arşidükünün, protokolde Osmanlı sadrazamı yerine Osmanlı padişahıyla denk sayılarak kendisine resmi yazışmalarda "Ceaser" (imparator) şeklinde hitap edilmesi kararlaştırılmıştır. Avusturya'nın ödediği yıllık verginin kaldırılması ve Avusturya arşidüküyle Osmanlı padişahının denk sayılmasıyla beraber Osmanlı Devleti, Avusturya'ya karşı Kanuni Sultan Süleyman döneminde elde ettiği ekonomik ve siyasi üstünlüğünü kaybetmiştir. Bu antlaşma Osmanlı Devleti'nin, Prut Antlaşması'ndan sonra Duraklama döneminde imzaladığı en karlı antlaşmadır <ref name="Uzunçarşılı 1954"/>.
I. Ahmed Dönemi (1603-1617)
Osmanlı-İran Harpleri (1603-1618)
Şablon:Ana Şablon:Ana Şablon:Ana Osmanlı Devleti ile İran'daki Safevî Devleti; 1578 ile 1590 yılları arasında 12 yıl savaşmışlar ve savaş Osmanlı galibiyetiyle sona ermiş, ardından da Ferhat Paşa Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla beraber Dağıstan, Azerbaycan, Gürcistan, Revan, Karabağ, Şirvan, Tebriz ve Luristan Osmanlı Devleti'ne bırakılmış, bu antlaşmayla Osmanlı Devleti doğudaki en geniş sınırlarına ulaşmıştır.
Ferhat Paşa Antlaşması'nın çok ağır şartlarını, Safevî Devleti için kabul edilemez gören Şah Abbas; bu antlaşmanın ardından oluşan barış döneminde ciddi savaş hazırlıkları yapmıştır. Osmanlı Devleti'nin, batıda Avusturya ile olan savaşlar ve kendi içindeki Celali isyanları sebebiyle sıkıntılı olmasını değerlendiren Şah Abbas, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmek için fırsat kollamaya başlamıştır. Nitekim 1585 yılından beri Osmanlı toprağı olan Tebriz'deki gelişmeler, Şah Abbas'a bu fırsatı vermiştir.
Ezbend Muharebesi (1603)
Şablon:Ana Osmanlı Devleti batıda Avusturya'yla süren savaşlar ve Anadolu'daki Celali isyanları sebebiyle ekonomik açıdan zor duruma düşmüş, doğudaki eyalet askerlerinin maaşlarını ödemekte sıkıntı yaşamıştır. Bunu bahane denen askerlerde bölgedeki kaleleri yağmalamaya başlamıştır. Bu yağmalama hareketlerinden nasibini alan Selmas Kalesi komutanı Gazi Bey, yağmacı askerlere karşı Safevî hükümdarı Şah Abbas'tan yardım istemiştir. Şah Abbas; Gazi Bey'e "Han" unvanıyla beraber kavuk, kılıç ve kemer yollamıştır. Tebriz beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa'ysa; bunu bir ihanet olarak görmüş ve Gazi Bey'i cezalandırmak için Tebriz'de zayıf bir garnizon bırakarak Nahçivan ve Ahıska valilerinin komutasındaki birlikleri yanına almış, ardından da Karnıyarık Kalesi'ne kaçmış olan Gazi Bey'in üzerine yürümüştür. Karnıyarık Kalesi zaptedilse de Gazi Bey kaçmayı başarmış ve İran'ın İsfahan kentinde bulunan Şah Abbas'a sığınmıştır.
Bunun üzerine Şah Abbas; 15 Ağustos 1603 tarihinde savaş hazırlıklarına başlamış ve kendisine sığınan Gazi Bey'i koruma bahanesiyle Eylül 1603'te Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmiştir. Komutanlarından Allahverdi Han'a Bağdat şehri üzerine hareket etme talimatı veren Şah Abbas, 14 Eylül 1603 tarihinde İsfahan'dan harekete geçmiştir. Buradan kuzeydeki Kaşan şehrine ulaşan Şah Abbas, Mazenderan bölgesini saldıracağı şeklinde yalan haberler duyurtmuştur. Ardından Erdebil valisi Zülfikar Han ve Kazvin valisi Emirgûne Han'a, kendisine katılma talimatı vermesiyle Şah Abbas'ın hedefinin Tebriz olduğu anlaşılmıştır. Nihavend'i direnişsiz olarak ele geçiren Safevî ordusu, buradan hareket ederek 26 Eylül'de Tebriz önlerine gelmiş ve 1585 yılından beri Osmanlı kontrolünde olan şehri kuşatmıştır. Bu esnada Tebriz beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa ve seçkin birlikler, şehir dışında bulunmaktaydı. Ali Paşa, şehirde bıraktığı az sayıdaki kuvvetin komutasını da oğluna vermişti.
Safevî ordusunun kuşatmaya geldiğini öğrenen Şii Tebriz halkı, Şiilik'i simgeleyen başlıklarını takmışlardır. Halkın coşkusunu gören şehirdeki Osmanlı askerleriyse kalede toplanmıştır. İlk başta şehri kuşatanları yağmacılar sanan kale komutanı Zincirkıran Ali Paşa'nın oğlu, babasına yağmacıların şehri kuşattığına dair bir haber göndermiştir. Daha sonra şehri kuşatanın Şah Abbas olduğunu anlayan kale komutanı, babasına iki ulak daha göndererek durumu iletmiş ve yardım istemiştir. Bunu öğrenen ve Karnıyarık Kalesi'nin zaptından dönmekte olan Zincirkıran Ali Paşa, derhal Tebriz'e yönelmiştir.
26 Eylül tarihinde Tebriz'i kuşatan Şah Abbas; kuşatma sürerken kendi üzerine gelen Tebriz beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa'ya doğru harekete geçmiştir. Kaynaklar Ali Paşa'nın 1.500<ref name="biligbitig.com">Joseph von Hammer, "Büyük Osmanlı Tarihi", c.8, s. 33</ref> ila 5.000<ref>Roger Savory, "Iran Under the Safavids", Cambridge University Press, 24 Sep 2007 s. 86</ref> kişi arasında bir kuvvete sahip olduğunu belirtmektedir. Şah Abbas'ın kuvvetleri hakkındaysa tarihçi Halepli Mustafa Naîmâ Efendi, 15.000 kişilik bir İran kuvveti olduğunu ifade etmiştir.
Osmanlı ve Safevî kuvvetleri, 28 Eylül 1603 tarihinde Tebriz'in kuzeybatısında ve Urmiye Gölü'nun doğusunda yer alan Sufiyan kasabasının Ezbend mevkiinde karşı karşıya gelmiştir. Zincirkıran Ali Paşa, sayı azlığının dezavantajını ortadan kaldırmak ve Tebriz'i kurtarmak için kesinlikle Safevî kuvvetlerinin geriletilmesi gerektiğini düşünerek taarruza geçmiştir. Ancak komutanlardan Demircioğlu'nun birliği bozguna uğrayıp gerilemeye başlayınca diğer birliklerde bozguna uğramıştır. Askerlerin önemli bir kısmı ölmüş ve diğerleri de esir düşmek suretiyle Osmanlı kuvvetlerinden kurtulan olmamıştır. Zincirkıran Ali Paşa ve diğer altı paşa daha esir düşmüş, Nahçivan beylerbeyi Mahmud Paşa ve Ahıska beylerbeyi Halil Paşa bu savaş esnasında ölmüşlerdir. Nitekim bu savaşla beraber Osmanlı Devleti'nin, Tebriz'in savunması için tahsis ettiği kuvvetler görevlerini ifa edemeden bertaraf olmuşlardır. Bu savaşla beraber Safevîler, Osmanlı Devleti'ne karşı yüz yılı aşkın bir süreden sonra ilk zaferlerini elde etmişlerdir. Ayrıca Zincirkıran Ali Paşa'nın Tebriz şehrine yardım etme girişimi başarısız olmuştur <ref name="biligbitig.com"/><ref>Joseph von Hammer, "Büyük Osmanlı Tarihi", c.8, s. 34</ref><ref>Cihat Aydoğmuşoğlu, "Şah Abbas ve Zamanı", Ankara Üniversitesi, Ankara (2011)</ref><ref>David Blow, "Shah Abbas: The Ruthless King Who Became an Iranian Legend", I.B.Tauris, 13 Şubat 2009.</ref><ref>Türk Tarih Kurumu, "Türkler", DABAA, 15 Haziran 2004, cilt 9.</ref>.
Tebriz Kuşatması (1603)
Şablon:Ana Şah Abbas, 26 Eylül tarihinde şehri kuşatmıştır. Bu sırada şehrin dışında bulunan Tebriz beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa ve kuvvetleriyle Şah Abbas arasında 28 Eylül tarihinde Ezbend Muharebesi gerçekleşmiştir. Bu savaşta Ali Paşa ve kuvvetlerini mağlup eden Şah Abbas, şehrin dışarıdan yardım almasını engellemiştir.
Şah Abbas; Tebriz'i savunan Osmanlı askerlerine, Osmanlı Devleti'nden aldıkları maaşın iki katını teklif etmiş ve böylece savunmacılar yavaş yavaş Safevî tarafına geçmeye başlamıştır <ref>Roger Savory, "Iran Under the Safavids", Cambridge University Press, 24 Sep 2007 s. 86</ref>. Nitekim az sayıda kalan askerler, 21 Ekim 1603 tarihinde teslim olmuşlardır.
Şii olan ve Azeri Türkleri'nden oluşan halk, 1585-1603 yılları arasındaki 18 yıllık Osmanlı egemenliğinin acısını çıkarmak için şehri savunan askerleri öldürmüştür. Bu katliamdan en çok Azeri kızlarıyla evlenmiş olan askerler nasibini almıştır <ref>Kaveh Farrokh "Savaşta İran:1500-1988", Osprey Publishing, 20 Aralık 2011</ref>.
Tebriz şehrinin; Osmanlı kuvvetlerinin yenilgiye uğratılarak alınmasıyla beraber Safevîler, kuruluşlarından yüz yılı aşkın sürede beri Osmanlı Devleti'ne karşı ilk önemli zaferlerini kazanmışlardır. Ayrıca Tebriz'in, Safevî Devleti'nin kurucusu Şah İsmail'in şahlığını ilan ettiği ve başkent olarak kullandığı yer olmasından dolayı İran'da büyük bir sevinç yaşanmıştır. Osmanlı Devleti'nin, Safevîler'in taaruzlarına karşı bölgedeki en müstahkem ve en güçlü şehri olan Tebriz'in düşmesiyle beraber Şah Abbas, Batı İran'da kaybedilmiş olan tüm toprakları direnişsiz ele geçirmiş ve Güney Kafkasya'ya dayanmıştır. Ardından Ordubad, Culfa, Maku, Selmas, Hoy, Meraga, Nahçıvan ve Civanşir kaleleri Şah Abbas tarafından geri alınmıştır. Örneğin bu kalelerden Culfa'da bulunan 100 kişilik Osmanlı garnizonuna karşı kalenin nüfusunu oluşturan Ermeniler isyan etmiş ve askerlerin kesik başlarıyla kalenin anahtarlarını Şah Abbas'a göndermişlerdir. Nahçıvan'daysa kale duvarlarının topraktan ve istihkamların zayıf olmasından dolayı kaledeki zayıf garnizon, Safevî ordusu gelmeden kaleyi tahliye etmiştir. Böylece Nahçıvan, 26 Ekim 1603 tarihinde savaşsız olarak Safevîler'in eline geçmiştir.
Osmanlı Devleti, batıda Avusturya'yla savaşırken aynı anda doğuda da Safevîler'le savaşmak durumunda kalmış ve devlet ilk defa topyekûn olarak çift cephede birden savaşmıştır. Celali İsyanları'yla beraber savaşılan cephe sayısı fiiliyatta üçe çıkmıştır. Bu yüzden devlet, askeri ve mali anlamda zor durumda kalmıştır <ref>Yagub Mahmudov, "Azerbaijan and Europe", Xlibris Corporation, 19 Ağustos 2010</ref><ref>David Blow, "Shah Abbas: The Ruthless King Who Became an Iranian Legend", I.B.Tauris, 13 Şubat 2009 s. 76</ref><ref>Roger Savory, "Iran Under the Safavids", Cambridge University Press, 24 Eylül 2007 s. 86</ref><ref>Kaveh Farrokh "Savaşta İran:1500-1988", Osprey Publishing, 20 Aralık 2011</ref>.
Revan Kuşatması (1603-1604)
Şablon:Ana Ezbend Muharebesi'nin ardından Tebriz şehri, Safevî Devleti tarafından alınmış ve başta Nahçıvan olmak üzere birçok Azerbaycan kalesi savaşsız olarak Safevîler'in eline geçmiştir. Bu vakalardan sonra bölgede dağınık bulunan 12.000 Osmanlı askeri, Revan kentine çekilmiştir. Askerler, şehrin Aras Nehri'ne bakanları dışında tüm surlarını onarmış ve savunmaya hazır hale getirmişlerdir.
Şah Abbas; Revan valisi Şerif Paşa'ya yazdığı mektubunda, Nahçıvan'ın savaşsız alınmasına atfederek Revan şehrinin, Safevî ordusu tarafından zaptını olmuş bitmiş bir olay olarak göstermiş ve kışı halen Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan Gence'yle Şirvan'da geçireceğini iddia etmiştir. Şerif Paşa, bu mektuba cevap vermemekle beraber mektubu İstanbul'a göndermiş ve çevre şehirlerden destek istemiş ancak hiçbir takviye alamamıştır.
Osmanlı-Lehistan İlişkileri
Şablon:Bakınız Osmanlı Devleti'yle Lehistan Krallığı arasındaki ilk ilişkiler Sultan II. Murad döneminde gerçekleşmiş, Fatih Sultan Mehmet döneminde Kırım'ın fethiyle iki devlet sınır komşusu olmuştur. Osmanlı Devleti'yle Lehistan arasınde genellikle iyi ilişkiler kurulmuştur. Lehistan Krallığı 1575-1587 yılları arasında Osmanlı himayesi altında kalmış, 1587 yılında Osmanlı Devleti'nin Lehistan'ı himayesi son bulmuştur.
Sultan I. Ahmed döneminde; Lehistan'ın Eflak, Boğdan ve Erdel'e saldırmasıyla Osmanlı-Lehistan ilişkileri bozulmuştur. Nitekim Bosna beylerbeyi İskender Paşa'nın, Eflak ve Boğdan kuvvetleriyle beraber harekete geçmesi üzerine Lehistan barış istemiştir (1617). Yapılan barış antlaşmasıyla Lehliler; Zaporojya Kazakları'nın, Dinyeper Nehri'nden (diğer adı Özi Nehri) Karadeniz'e çıkmasına müsaade etmemeyi ve Erdel ile Boğdan'a müdahale etmemeyi, Osmanlı Devleti'de Tatarlar üzerine akın yaptırmamayı taahhüt etmiştir <ref>http://www.osmanlipadisahlari.gen.tr/1.-ahmet-donemi-siyasi-olaylar.html</ref>.
Sultan I. Ahmed; 22 Kasım 1617 tarihinde başkent İstanbul'da vefat etmiş ve yerine kardeşi I. Mustafa geçmiştir.
I. Mustafa Dönemi (İlk Saltanatı 1617-1618, İkinci Saltanatı 1622-1623)
Şablon:Ana III. Mehmed'in oğlu olan Sultan I. Mustafa; kardeşi I. Ahmed'in 22 Kasım 1617 tarihinde vefatıyla sultan olmuştur. Böylece Osman Gazi'den bu yana Osmanlı padişahlığı ilk defa babadan oğla değil kardeşten kardeşe geçmiştir. Sultan I. Mustafa, iki defa tahta çıkmıştır. İlk saltanatı 3 ay 10 gün sürmüş, akıl sağlığı bozuk olduğu için annesi onun sorumluluklarını her ne kadar üstlense de devlet adamları ve ulemanın kararıyla 26 Şubat 1618 tarihinde tahttan indirilmiş ve yerine II. Osman tahta çıkarılmıştır. Genç Osman adıyla tanınan II. Osman 1622 yılında, ortadan kaldırmak istediği Yeniçeriler'in çıkardığı isyandan sonra Sadrazam Kara Davut Paşa'nın emriyle Yedikule Zindanları'nda husyeleri sıkılarak feci bir şekilde öldürülmüştür. Bundan dolayı Mayıs 1622'de kendisi tekrar tahta çıkarılmıştır.
Genç Osman'ın öldürülmesi, büyük karışıklıklara sebep olmuş ve Sultan I. Mustafa, Kara Davut Paşa'yı sadrazamlıktan azletmiştir. Buna rağmen İstanbul'daki karışıklıklar ve başta Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa'nın çıkardığı başta olmak üzere Anadolu'daki isyanlar durmamıştır. Bundan dolayı akıl sağlığı bozuk olan I. Mustafa'nın, devleti idare edebilecek kudrette olmadığı ve devlet işlerinden anlayan bir padişahın gerekliliği kesinleşmiştir. Nitekim devlet erkânı ve Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya Efendi, I. Ahmed'in oğlu IV. Murad'ın yeni sultan yapılmasına karar vermiştir. I. Mustafa'nın yerine, I. Ahmed'in oğlu IV. Murad çıkarılmıştır çünkü akıl sağlığı bozuk olan I. Mustafa; hiçbir kadınla evlenememiş ve evladı olmamıştır.
İkinci saltanatı bir buçuk yıl süren I. Mustafa, 10 Eylül 1623 tarihinde Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya Efendi'nin bir fetvasıyla tahttan indirilmiş ve yerine 11 yaşındaki yeğeni IV. Murad yeni padişah yapılmıştır. Tahttan indirildikten sonra Topkapı Sarayı'nda bir odaya kapatılmış ve 16 yıl daha yaşamıştır. 20 Ocak 1639 günü sarayda ani bir şekilde vefat etmiş ve Ayasofya Camii'nin, Roma İmparatorluğu döneminde vaftizhanesi olarak kullanılan metruk binaya defnedilmiştir. Birçok kaynak kendisinin akıl sağlığının bozuk olduğunu belirtmiş ve kendisi "Deli" lakabıyla anılmıştır. Ancak bazı kaynaklarsa onun akıl sağlığının bozuk olmadığını belirtirler. Tarihçi Halepli Mustafa Naîmâ Efendi, I. Mustafa için "Padişah-ı Edhem-meşreb" demiştir <ref>Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (2003). Osmanlı Tarihi III. Cilt 1. Kısım: II. Selim'in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Andlaşmasına Kadar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. ISBN 975-16-0013-8.</ref><ref>Sakaoğlu, Necdet (1999). Bu Mülkün Sultanları. İstanbul: Oğlak Yayınları. ISBN 875-329-299-6. say.210-219.</ref><ref>Kinross, Lord (1977). The Ottoman Centuries. İstanbul: Sander Kitabevi. ISBN 0-224-01379-8.(İngilizce)</ref>.
Gerileme Dönemi (1699-1792<ref>http://www.tarihin.com/osmanli-donemleri.html</ref>)
Osmanlı Devleti, Osmanlı tarihinde Karlofça Antlaşması’ndan (1699) başlayarak, Yaş Antlaşması'na kadar (1792) geçen süreye denir. Bu dönemin sonlarına doğru, Osmanlı Devleti'ne Avrupalılar tarafından "Hasta Adam" denmeye başlanmıştır. Çünkü bu dönemde Osmanlı Devleti, büyük oranda toprak kayıpları yaşamıştır. Bu dönemde Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları’yla kaybedilen yerleri geri almak ve mevcut toprakları korumak amacıyla batıda Avusturya ve Venedik, kuzeyde Rusya ve doğuda İran ile savaşlar yapılmıştır.
Osmanlı, 1710 yılında İsveç İmparatorluğu'nun Osmanlı'ya sığınması ve yine onun ısrarı üzerine, Rusya'ya savaş açtı. 1711 yılında Osmanlı, Rusya İmparatorluğu'nu Prut Savaşı'nda yendi. Bu zafer, Osmanlı'nın Kutsal ittifak Savaşları'nda kaybettiği yerleri geri alma ümidi vermiştir. Pasarofça Antlaşması'ndan sonra Osmanlı Lâle Devri'ne girdi, ve 1718-1730 yıllarına kadar sürdü.
III. Selim, Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu. Ancak bir isyan sonucu bu ordu dağıldı. III.Selim Avrupa usulünde askeri kuvvet yetiştirilmek istemiş; bu amaça bağlı olarak ulemanın çağdışı düşüncesine karşı, ulemanın nüfuzunun kırldığı, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, sanat, ticaret, ziraat, teknik ve sanayide yaptığı ilerlemelere ortak etmek için gelişen yenilik hareketlerinin bütünü, genel anlamda Nizam-ı Cedid kurulan düzenli orduya verilen isim. 1796 yılında Fransa'dan konuyla ilgili olarak top, humbara dökümcüsü, top kundağı ve tüfenkçi işçileri gelmişti. Yeniçeri ocağının çıkardığı Kabakçı Mustafa İsyanı sonucu ortadan kaldırılmıştır.
Dağılma Dönemi (1792-1918)
Şablon:Ana madde Bu yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakları geri alarak Avrupa'da tutunmayı ve eski gücünü korumayı amaçlamıştır. Ancak bir süre sonra bu amacına ulaşamayacağını anlayınca elindeki toprakları koruma politikası izlemeye başlamıştır.
Modernleşme ve Birinci Meşrutiyet (1827–1878)
1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. Bu olaya "Vaka-i Hayriye" (Hayırlı Olay) dendi.
Bu yüzyılda Avrupa’dan geri kalındığı Pasarofça Antlaşması’ndan itibaren kabul edilmiş ve yapılan ıslahatlarda Avrupa örnek alınmıştır. Osmanlı Devleti Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından yararlanıp denge politikası izleyerek varlığını uzun süre korumuştur.
Gülhane Hatt-ı Şerif-î 3 Kasım 1839'da okunan Tanzimat Fermanı, Osmanlı-Türk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımıdır. Sultan Abdülmecid döneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle "Gülhane Hatt-ı Şerif-î" (Padişah Yazısı) veya "Tanzimât-ı Hayriye" (Hayırlı Düzenlemeler) olarak da anılır. Bu fermânla devlet kendisini yenilemesi gerektiğini söylemiştir.
- 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması (1829)
- Mehmet Ali Paşa İsyanı
- Tanzimat Fermanı (1839)
- Kırım Savaşı (1853-1856)
- Birinci Meşrutiyet
- 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı). Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması (1878)
- Dömeke Savaşı (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı)
Şablon:Başlık genişlet Dağılmayı önlemek için Osmanlı devlet yönetiminde ıslahata yönelik çalışmalar yapılmış ise de, Avrupa'da çıkan isyanlar ve uzun süren Rus savaşları ile iyice yıpranmıştı. I. Dünya Savaşı sonunda da dağılmaktan kurtulamamıştır.
- Trablusgarp Savaşı (1911-1912)
- Balkan Savaşları (1912-1913)
- I. Dünya Savaşı (1914-1918)
- Çanakkale Savaşı (1915-1916)
- Saltanatın Kaldırılması (1922)
Yıkılma Süreci, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurulması (1918-1923)
Devlet yapısı
Osmanlı İmparatorluğu varolduğundan beri mutlak monarşi ile yönetilirdi. Sultan hiyerarşik Osmanlı sisteminde ve siyasi, askeri, hukuki, sosyal ve çeşitli başlıklarda en üstteydi. Teorik olarak sadece Allah'a ve yerine getirmesi gereken Allah’ın yasaları (İslam’daki şeriat)'na sorumluydu. Onun ilahi görevi İran-İslam başlıklarına yansıtılan "Allah’ın yeryüzündeki gölgesi" (zill Allah fi’l-âlem) ve "yeryüzünün halifesi" (halife-i ru-yi zemin) olmaktı.<ref name="Findley">Findley 2005, s. 115</ref> Tüm devlet dairesi onun hükmündeydi ve verdiği her karar ferman adı verilen kararnamede yayımlanırdı. Başkomutandı ve tüm yurttaki resmi unvanıydı.<ref name="Osmanlimuesseseleri"/> 1453'te İstanbul'un Fethi’nden sonra kendilerini Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak görürlerdi bu nedenle ara sıra Kayser ve İmparator unvanını kullanırlardı.<ref name="Findley"/><ref>Toynbee 1974, s. 22–23</ref><ref>Stavrides 2001, s. 20</ref> 1517’de Mısır’ın Fethi'nden sonra I. Selim, halife unvanını da benimsedi. Böylece evrensel Müslüman hükümdarı olduğunu iddia etti. Yakın zamanlarda Osmanlı hükümdarları tahta çıkmada Avrupa hükümdarlarının taç giyme törenine eşdeğer olarak Osman’ın Kılıcı ile kuşatılırdı.<ref>Quataert 2005, s. 93</ref> Kuşatılmayan sultanın çocukları verasete uygun değildi.<ref>d'Osman Han 2001, "Osmanlı Padişah Veraseti"</ref>
Teoride ve ilkelerde teokratik ve salt olmasına rağmen, uygulamada padişah’ın yetkileri sınırlıydı. Siyasi kararlarda hanedanın önemli üyelerinin görüş ve tutumlarını dikkate alırdı, bürokratik ve askeri kuruluşlarda aynı zamanda dini liderlerdi.<ref name="Osmanlimuesseseleri">Glazer 1996, "Osmanlı Müesseseleri"</ref> 17. yüzyıldan bu yana, imparatorluk uzun süren durgunluk dönemine girdi, bu dönemde sultanlar çok güçsüzleştiler. Birçoğu güçlü Yeniçeri Ocağı tarafından tahttan indirildi. Tahta geçmesi yasaklı<ref>Quataert 2005, s. 90</ref> olmasına rağmen Harem-özellikle hükümdarın annesi (Valide Sultan olarak da bilinir)- sahne arkası önemli politik rollerde kadınlar saltanatı dönemi boyunca etkili oldu.<ref>Şablon:Web kaynağı</ref>
Sultanların azalan güçleri ilk sultanların ve sonrakilerin saltanat uzunluklarının farklılığından dolayı kanıtlandı. I. Süleyman, imparatorluğu 16. yüzyılda doruk noktasına çıkaran, 46 yıllık saltanatı olan, Osmanlı tarihinin en uzunuydu. V. Murat, 19. yüzyıl gerileme dönemine hükmeden, kayıtlardaki en kısa saltanattı: saltanatı sadece 93 gün sürdü. Parlamenter monarşi, V. Murat'ın varisi II. Abdülhamit zamanında resmileşti.<ref>Glazer 1996, "Dış Tehditler ve İç Dönüşümler"</ref> 2009'dan beri Osmanlı hanedanının reisi Abdülmecit’in büyük torunu Bayezid Osman’dır.<ref>Şablon:Web kaynağı</ref>
Divan-ı Humayun
Osmanlı Devleti kurulduğunda bir divan vardı ve belli başlı üyeleri bulunmaktaydı. Bunlar: Padişah, Sadrazam, Vezir-i Azam, Rumeli ve Anadolu Kazasker'leri, Defterdar, Kaptan-ı Derya ve Nişancı idi.
Fatih Sultan Mehmet'ten sonra Vezir-i Azamların görüşlerini daha rahat söylemesi için padişahlar toplantıları arka tarafta bir bölümden izlemiş, divana Vezir-i Azam başkanlık yapmıştır. Bu meclis Osmanlı Devleti'nin yönetiminde Padişaha yardımcı olurdu.
Vezir-i Azam (Sadrazam): Padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır. Padişahın mührünü taşırdı.
Vezir: Sadrazamdan sonraki en yetkili kişidir. Sadrazamın verdiği görevleri yapardı.
Kazasker: Anadolu ve Rumeli'de olmak üzere iki ayrı kazasker bulunurdu. Adalet işlerine bakardı. Ayrıca kadı ve müderrislerin atamasını ya da görevden alma işini yapardı. Bugünkü yargı görevini yaparlardı.
Defterdar: Anadolu ve Rumeli'de iki ayrı defterdar vardı. Rumeli'deki baş defterdardı. Maliye işlerini yapardı. Bugünkü Maliye bakanlığı görevini yürütürdü.
Nişancı: Tapu, kadastro, fethedilen yerleri gelirlerine göre deftere kaydetmek işlerini yürütürdü.
Şeyhülislam: Devlet'te iken verilen kararların İslam'a uygun olup olmadığına karar verir, bu karara fetva denirdi. Sadrazamla eşit rütbedeydi. Şeyhülislam, divan aslî üyesi değildi, gerekli görülen konularda çağrılır ve fikri alınırdı.
Kaptan-ı Derya: Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumludur. İstanbul'dayken Divan toplantılarına katılırdı. Kaptan-ı Derya da aslî üye değildi, gerekli görülen konularda çağrılır ve fikri sorulurdu.
Divan-ı Hümayun II .Mahmud dönemi'de kaldırılarak yerine nazırlıklar (bakanlıklar) kuruldu.
İdari bölümler
Şablon:Ana madde Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk idarî birimler olarak sancaklara bölünmüştü. Çoğu sancak, sancak beyi tarafından yönetilmekteydi. Bir kısmı ise şehzadeler, ve onların lalaları tarafından yönetilmekteydi. Sancaklar da kazalardan ve nahiyelerden oluşmaktaydı. Ülkenin genişlemesiyle, sancakların birleşimiyle oluşacak olan beylerbeyliği kuruldu. İlk kurulan beylerbeyliği, Rumeli Beylerbeyliği'dir. 16. yüzyıldan itibaren, beylerbeyliği kelimesi yerine eyalet kelimesi kullanılmaya başlandı. Eyaletler sâlyâneli (yıllıklı) ve sâlyânesiz (yıllıksız) olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Sâlyânesiz eyaletler Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üç dirlik arazisine bölünmüştü. Tımar dirliğinde, ordunun uzun süre ordusunun ana gücü olan Tımarlı Sipahiler yetiştirilmişti. Sâlyâneli eyaletler, genellikle devletin doğrudan kontrol edemediği, merkeze uzak eyaletlerdi. Bu eyaletler dirliğe ayrılmazdı; vergilerini doğrudan para olarak merkeze gönderirlerdi. Burada daimi Yeniçeri garnizonları olurdu.
19. yüzyılda eyalet yapısı değişmeye başladı. 1864 yılında eyalet sistemi tamamiyle yıkılarak, yerine vilayet sistemi getirildi. Bu sistem, cumhuriyet dönemindeki idarî bölünüşün temelini attı.
Hukuk
Devlet, varlığı süresince birçok hukuk düzenini sentezlemiş ve Osmanlı hukukunu oluşturmuştur. Kanun, genellikle laik bir düzene sahiptir. Ancak Şer'i, dini hukukla da uyumluydu.<ref>http://www.bbc.co.uk/religion/0/24365067</ref> Hukuk kuralları yerel özelliklere göre de esneklik gösteriyordu. Toprakların yönetimi ve sivil düzen konusunda yerel idareye haklar tanınıyordu. Böylelikle imparatorluk içindeki birçok unsurun adalet anlayışına cevap veriliyordu.<ref>http://books.google.com/books?id=rZtjR9JnwYwC&pg=109</ref> Beşeri ve Örfi hukuk olmak üzere iki tür hukuk vardır. Beşeri hukuk kanunlar çerçevesinde oluşan hukuk sistemidir. Örfi hukuk ise İslam dininin esasları üzerine kuruluydu.
Ordu
Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.
Osmanlı Devleti Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.
Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.
Osmanlı Devleti'nin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu.
Kara kuvvetleri
Yaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır. Osmanlı ordusu başlıca 3 ana kuvvetten oluşmaktadır. Bunlar; Kapıkulu Ocağı, Eyalet Askerleri ve Akıncılardır.
Kapıkulu Ocağı, Osmanlı Devleti'nin daimi ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu.
Eyalet Askerleri, devletin Tımar'a ayrılmış bölgelerinde yetişmiş askerlerdi. Kapıkulu Askerleri gibi barış zamanında da askerlik yapmazlardı. Sadece savaş sırasında askerlik yaparlardı.
Donanma
Şablon:Ana madde Osmanlı imparatorluğu'nun deniz kuvvetleri olan Donanma-yı Hümâyûn, XIV. yüzyılda kuruldu.<ref name="TSK" >TSK'nın resmi tarihçe sayfası</ref><ref name= "Larousse17" >Büyük Larousse (1986), Milliyet Yayınları, Cilt 17, s. 8946 - 8947</ref> Osmanlı Devleti, 1323 yılında Karamürsel'i fethederek denize ulaştı, Karamürsel Bey komutasında ilk donanma oluşturuldu ve Kocaeli'nde yapılan savaşlarda denizden destek sağlandı.<ref name="dzkk" >DZKK, Ünlü Türk Denizcileri</ref> 1327 yılında Karamürsel'de ilk Osmanlı tersanesi kuruldu ve böylece deniz gücünün kurumsallaşma çalışmaları başladı.<ref name= "TSK" /> Osmanlı donanmasında hiyerarşik sisteme geçildi, ilk Derya Beyi (Donanma Komutanı), Karamürsel Bey oldu.<ref name="dzkk" /> 1337 yılında Kocaeli ele geçirildi; böylece 1353 yılında gerçekleşecek olan Rumeli'ye geçişin önü açıldı.<ref name="TSK" /> Bundan sonra donanmanın merkezi sırasıyla İzmit, Gelibolu ve son olarak da İstanbul oldu.<ref name="TSK" /><ref name="Larousse6" >Büyük Larousse (1986), Milliyet Yayınları, Cilt VI, s. 3037 - 3041</ref>
İstanbul'un fethinde II. Mehmed, donanmadan yararlandı.<ref name="Larousse6" /> Karadeniz'de ve Akdeniz'de etkisi artan Osmanlı donanması, Mısır seferinde Osmanlı kuvvetlerine lojistik destek sağladı.<ref name="TSK" /><ref name="Larousse6" /> 1538 yılında Preveze Deniz Muharebesi kazanıldı. Bundan sonra Cerbe Deniz Muharebesi de kazanıldı, Malta kuşatıldı ancak bir şey elde edilemedi. Osmanlı donanmasını büyütmek için birçok tersane kuruldu, ihtiyaç duyulan malzemeler Kocaeli'den, Biga'dan, Samsun'dan, Kastamonu'dan ve Aydın'dan getiriliyordu.<ref name="Larousse17" /><ref>Osmanlı Denizciliğinde Gemi Kazaları ve Dalışlar, Şenay Özdemir</ref> Kaptan-ı Deryalara gelenek olarak Cezayir beylerbeyliği verilirdi.<ref name="Larousse17" /> Tersane-i Amire'nin bulunduğu Kasımpaşa'nın inzibat sorumlusu donanma idi. Gelibolu, Akdeniz adaları ve İzmir'in bazı yerleri Osmanlı kaptanlarına dirlik olarak verilirdi.<ref>İlber Ortaylı ile Osmanlı Donanması, 03:00</ref>
16. yüzyılda Hint Okyanusu'nda Portekiz Krallığı'na karşı Hadım Süleyman Paşa ve Piri Reis komutasında seferler düzenlendiyse de, Portekiz donanması üstün geldi ve Piri Reis idam edildi.<ref name="hurmuz" >Piri Reis'in Hürmüz Seferi ve İdamı, Ertuğrul Önalp</ref> İnebahtı Savaşı'ndan sonra ağır kayıplar veren Osmanlı donanması, kayıplarını telafi etmeyi başardı.<ref name="lepanto" >İnebahtı Savaşı ve Donanmanın Yeniden İnşası, İbrahim Etem Çakır</ref> Osmanlı İmparatorluğu, duraklama döneminden itibaren deniz ticaretinde Avrupalı devletlerden geri kaldı.<ref name="Larousse6" /> XVIII. Yüzyılda Mezomorto Hüseyin Paşa'nın girişimleri ile donanmada reform yapıldı.<ref name="TSK" /><ref name="Larousse17" />Şablon:Ref label Fakat denizlerde ciddi bir üstünlük sağlanamadı. 1773 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın Kaptan-ı derya olmasıyla Bahriye Mektebi açıldı, burada modern eğitim verilmeye başlandı ve 1776 yılında Tersane-i Amire'nin yakınlarında ikinci Bahriye Mektebi olarak Hendesehane-i Bahri açıldı.<ref name="dho-tarihce" >Deniz Harp Okulu, Tarihçe Sayfası</ref> 19. Yüzyıl'da Osmanlı İmparatorluğu, Fransa'nın Mısır Seferi'nde İngiliz donanmasından yardım aldı. Bundan sonra III. Selim'in reformlarını devam ettiren II. Mahmut devrinde donanma, 1827 yılında Navarin'de imha edildi.<ref name="Besirli" >Sultan Abdülaziz'den I. Dünya Savaşı'na Osmanlı Donanması, Mehmet Beşirli</ref> II. Mahmut döneminde ABD'li mühendislerin yardımlarıyla reformlar devam etti, Osmanlı tersanelerine modern deniz sanayi girdi ve dönemin en büyük savaş gemisi unvanını elinde tutan Mahmudiye de o dönemde denize indirildi. II. Mahmut'un ölümünden sonra bu mühendisler İstanbul'u terk etmek zorunda bırakıldı<ref name="Besirli" />, tahta çıkan Abdülmecit döneminde, 1840 yılında Bahriye meclisi kuruldu ve modern donanma çalışmaları devam etti. İlk denizcilik şirketi Şirket-i Hayriye de bu dönemde kurulmuştu. Abdülaziz döneminde ise, 1867 yılında Bahriye Nazırlığı kuruldu. Abdülaziz döneminde devam eden reformlar ile yabancı ülkelerden çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı. 1878'den itibaren II. Abdülhamit'in güvensizliği sonucu donanma, Haliç'te terkedildi ve denize açılmadı.<ref name="Larousse6" /><ref name="Besirli"/> 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Osmanlı donanması kendini gösteremedi, 1909 yılında Donanma Cemiyeti'nin çabaları ile modern donanma çalışmaları halkın bağışlarıyla devam etti.<ref name="TSK" /><ref name="Larousse6" /> Bu cemiyetin çabaları ile çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı, Alman subaylardan oluşan bir heyet ile reform çalışmaları canlandı. Trablusgarp Savaşı'nda ve Balkan Savaşları'nda Osmanlı donanması etkinlik gösterdi, fakat I. Dünya Savaşı'nda Ege Denizi'nde sınırlı faaliyet göstermek zorunda kaldı, Çanakkale Deniz Savaşları'nda başarılı oldu.<ref name="TSK" /><ref>20. Yüzyıl Ansiklopedisi (1990), Tercüman Yayınları, s. 76 - 79</ref> Donanma, I. Dünya Savaşı'nın ardından, Marmara Denizi'nde İtilaf kuvvetlerinin kontrolü altına girdi.<ref name="TSK" />
Hava kuvvetleri
Şablon:Ana madde Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından 1909'da ilk adım atılan Osmanlı askerî havacılığı, resmi olarak 1 Haziran 1911 tarihinde Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2. Şubesi bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir. Havacılık Komisyonu'nun temellerini Fransa’dan satın alınan biri 25, biri de 50 beygirlik iki uçak oluşturmuştur.1912 yılında ise başlayan Balkan Savaşlarında, Deperdussin, Bleriot, Harlan ve Mars tipi uçaklarla Osmanlı tayyare bölükleri kendini mümkün olduğunca göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda, müttefik olunan Almanya'dan gizlice getirilen uçaklar ve düşmandan ele geçirilen uçaklar kullanıldı. Savaşın pek çok döneminde hava harekatı yetersizliklerden ötürü kısıtlandı, ancak yine de kayda değer uçuşlar yapıldı.
Toplum yapısı
Şablon:Ana madde Toplum asker ve reaya olmak üzere iki farklı tabakadan oluşmaktaydı. Asker dışındaki halk, "reaya", devlete vergi ödemekteydi.Osmanlı siyasal uygulamasında asker ve reaya kesin kurallarla ayrılmıştı.<ref name="Halil İnalcık">Şablon:Kitap kaynağı</ref> Toplumsal köken, yetişme koşulları ve resmi görev bakımından askeri sınıf: kılıç ve kalem ehli olarak ikiye ayrılmaktaydı.<ref name="Türkiye Tarihi 2">Şablon:Kitap kaynağı</ref> Halk ise müslüman ve müslüman olmayan "millet"lerden oluşuyordu.<ref name="sablon.sdu.edu.tr">http://sablon.sdu.edu.tr/fakulteler/iibf/dergi/files/2003-2-16.pdf</ref> Gayri müslimler ayrıca "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tabi değildi. Müslüman toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam tarzlarını koruma imkanı vardı.<ref name="acikarsiv.ankara.edu.tr">http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1220/1813.pdf</ref> Toplumu yönetenler ve yönetilenler olarak, art zamanlı şekilde, iki sınıfa ayırmak mümkündür. Sınıflar arası geçiş yasak değildir, ancak sınırlı tutulmuştur.
Araplar
Osmanlı'da Araplara ise 'kutsal soy' anlamına gelen Nim Seyyid dendiği bazı tarihçiler tarafından rivayet edilir. Yavuz Sultan Selim döneminde halifeliğin ele geçmesinden sonra Araplara büyük bir ilgiyle yakınlık duyulmuştur. İslam Peygamberi'nin Arap olması nedeniyle Arap kavmine ''Kavm-i Necip'', Araplara ise 'Nesl-i Necip'' denilmiştir. Bu söylenişer Türkçe karşılığı Asil kavim olrak adlandırılmıştır. Bazı Osmanlı Paşaları'nın Arap olması ve bazı Osmanlı padişahlarının ise Araplara olan sevgi ve güveni sonsuzdu ama I. Dünya Savaşında, Arap halkın Suriye, Irak, Ürdün, Yemen'de İngilizlerle beraber Osmanlı Devleti'ne savaş açması hem Araplara olan güveni yitirmiş ve ''Ümmetçilik'' politikası Araplarca yok edilmiştir.
Ermeniler
Osmanlı'da Ermeniler, Sadık-ı millet yani güvenilir millet olarak adlandırılıyordu. Osmanlı'da azınlık bir millet görevindeydi. Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlıcılık anlayışıyla Ermenilere Patrik kurabilmelerine izin vermiştir. Fakat I. Dünya Savaşı ve Milliyetçilik akımından dolayı Rusların da desteğini alarak bir grup çete kurulmuş. Bu çeteler Anadolu'da yaşayan Türkleri bir gecede öldürtmüş, Erzurum'da Ahır içine Türkleri koyarak 49 Türkü yakarak öldürtmesi, Iğdır, Kars, Van, Muş, Bitlis, Ağrı'da Türk köylerine baskın yaparak buradaki Türklere de çeşitli muamelelerle öldürtmüştür. Osmanlı kaynaklarına göre 1910-1922 yılları arasında 523,000 Türkün Ermeniler tarafından bilerek ve kastedilerek öldürüldüğünü belirtmektedir. Hüdavendigar Onur'a göre, 1914-1918 yılları arasındaki olaylarda, Ermeni çetecileriyle sayısı 2.5 ile 3 milyon arasında değişen Müslüman, Türk ve Kürt nüfus hayatını kaybetmiştir. Fransa Dışişleri Bakanlığı'ndan Rusya'nın Paris büyükelçiliğine gönderilen 14 Mayıs 1915 tarihli yazıda 14 Mayıs 1915 , Van İsyanı sırasında bölgede yaklaşık 6000 Müslümanın Ermeniler tarafından katledildiği kaynaklarda belirtilmektedir.<ref>Halaçoğlu, Yusuf. Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları. Babıali Kültür Yayıncılığı. s. sf. 46.</ref><ref>Fransa Millî Arşivi, Guerre Mondial, 1914-1918/Turquie/Vol. 890, Armenie-I (Août 1914-Décembre 1915)</ref>
Balkan Toplulukları
Kürtler
16. yüzyılda kaleme alınmış olan Şerefname Kürt tarihi açısından önemli bir belgedir ve gerek o dönemin gerekse öncesinin olaylarına ve gelişmelerine dair birçok bilgi sunmaktadır. Bilinen o ki 16. yüzyıl ile birlikte bölgedeki iki ana güç olan Safeviler ve Osmanlıların arasındaki ihtilaflar Kürt topluluklarının tarihi açısından çok büyük önem arz etmiştir. Özellikle Şah İsmail'in başarılı askerî politikalarıyla birlikte birçok Kürt topluluğu Safeviler hükümdarlığı altına girmiştir; bununla birlikte Safevi Devleti'nin bu topluluklarla ilişkisi genellikle olumsuz olmuş, Şii olan Safeviler diğer Şii Türk liderleri, Sünni olan Kürt liderlerine değişmişlerdir.
Buna karşılık, Sünni Türklerin başta olduğu Osmanlılar ise, Kürtlere karşı daha yapıcı bir politika izlemiş, bölgedeki Kürt liderleriyle anlaşmalar yapmış, daha sonra Safevilere karşı gerçekleşen savaşlarda ve sonrasında bölgedeki Kürt topluluklarının çoğunluğunun desteğini almışlardır. Nitekim bu desteğin alınmasında ve Kürtlerin Safevilere karşı Osmanlı saflarına dahil edilmesinde kendisi de Kürt olan Osmanlı siyasetçilerinden İdris-i Bitlisi önemli bir rol oynamıştır. Safevilerden alınan bölgelerde kurulan vilayetlerde Türklerin yanı sıra Kürtlere de önemli liderlikler verilmiş, birçoğu babadan oğula geçen bu önemli derebeylik benzeri pozisyonlar daha sonra da devam etmiştir. 17. yüzyılın sonuna kadar Kürtlerin bölgedeki konumu bu iki devletin ihtilaflarıyla belirlenmiş, sonunda Safevilerin tamamen mağlup olup Zagros Dağları'nın ötesinde kalacak şekilde bölgeden çekilmesiyle gerek Kürtler için gerek bölge için yeni bir dönem başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren zaman zaman geçici sürelerle bölgede İran etkisi ve saldırıları görülse de, Kürdistan bölgesi barındırdığı Kürt halklar ile birlikte genel olarak Osmanlı kontrolünde kalmıştır. Genel olarak Kürtler Osmanlı himayesinde Osmanlı ile birlikte dış etmenlere karşı koymuşlarsa da, İranlıların Kürtlerle ilişkisinin olmadığını söylemek yanlış olur; örneğin Nadir Şah'ın ölümünden sonra kısa süreliğine de olsa ülkeyi yöneten, Zend hanedanına mensup Kerim Han olmuştur.
19. yüzyıl ile birlikte İran - Osmanlı gerginliği tekrar yükselmiş, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerden Zuhab ve Süleymaniye bu gerilimin odak noktaları olmuştur. 19. yüzyıldaki bir diğer önemli gelişme de Osmanlı topraklarındaki çeşitli Kürt beylerinin ayaklanmasıdır. 1830'lu yıllarda Bedirhan Bey, Said Bey, İsmail Bey ve Revanduzlu Muhammed gibi isimler ayaklanmış, bölgede önemli bir güce ulaşmış, aldıkları çeşitli yerlerde Hristiyan topluluklar ve Ezidî Kürt topluluklar katledilmiştir. Aynı dönemde eski sadrazamlardan Sivas valisi Reşid Mehmed Paşa ayaklanan Kürtlerin üzerine, bölgeyi yatıştırması için gönderilmiştir. Uğraşlar sonucu ayaklanmaların önder ismi Muhammed Paşa 1836 yılında yakalanmıştır. Bununla birlikte bölgedeki gerilim dağılmamış, aksine 1839'daki Nizip Muharebesi'nde Osmanlı Devleti'nin yenilmesi sonrası bölgede ayaklanmalar tekrar baş göstermiş, 1843 yılı dolaylarında Cizre emiri Bedirhan Bey ile Hakkâri emiri Nurullah Bey ayaklanmıştır. Bu dönemdeki önemli olaylardan biri de kendilerine uygulanan baskıdan şikâyetlenmiş olan Hakkârili Nasturilerin Nurullah Bey tarafından katledilmeleridir. 1840'ların sonuna doğru Osmanlı bunların üzerine bir ordu yollamış, yenilen liderler sürgün edilmiştir. Kürt ayaklanmalarıyla ilgili önemli bir husus da, 19. yüzyılda Osmanlı ile savaş içerisinde olan Rus ordularında bir Kürt alayının tertip edilmesidir ki nitekim Kırım Savaşı'nda Rusların iki Kürt alayı seferber ettikleri bilinmektedir. 1800'lü yılların sonunda Hakkâri ve çevresindeki bölgede tekrar Kürt ayaklanmaları olmuş, bu ayaklanmalar Osmanlı tarafından belirli bir süre içerisinde yatıştırılmış, bu dönemde ayrıca Osmanlı tarafından Hamidiye Alayları olarak anılan Kürt alayları kurulmuştur ki bu alayların kurulması Kürt aşiretleri arasında ihtilafa ve hatta çatışmalara yol açmıştır. Ayrıca 1800'lerin başında Osmanlı topraklarında bağımsızlık hareketinin güçlendiği bir başka topluluk olan Ermeniler ile Kürtler arasında gelişen iyi ilişkiler, 1800'lerin son yıllarında düşüşe geçmiş, çeşitli yerlerde Ermeni ayaklanmalarının bastırılmasında Kürtler aktif rol oynamışlardır.<ref>Kürtler</ref>
Kafkasya Türk Toplulukları
Rumlar
Ekonomi
Son padişaha kadar bütün Osmanlı paralarının üzerinde Kostantiniye ibaresi kullanılmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda Yunanların bunu ilk Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin yerine Yunan Kralı I. Konstantin'i kastederek kullanmaları üzerine kullanılmasından vazgeçilmiştir.
Osmanlıda merkezi otoritenin her yerde etkin olmasını sağlayan, devlet hazinesinden para harcanmadan asker yetiştirilen ve toprağın işlenmesini de sağlarken en uç beylere kadar güvenliği taşıyabilen bir sistem vardi. Buna Tımar sistemi deniyordu. Reayaya verilen toprakları 3 yıl bekletmeksizin işlemesi ve kazancından bir kısmıyla da tımarlı sipahileri yetiştirmesi gerekiyordu. Böylece devlet hazinesi de azalmıyor, üstüne üstlük her an savaşa hazır asker yetişmiş oluyordu.Şablon:Fact Osmanlıda ki bir başka yapı da taşraydı. Başkent dışındaki her yer taşra olarak isimlendiriliyordu.Şablon:Fact
Osmanlı'da Banka
Osmanlı'da ilk para gümüş olarak Orhan Gazi tarafından bastırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde ise ilk altın para bastırılmıştır. Osmanlı'da banka 19 yüzyıldan sonra veya Tanzimat Fermanından sonra ise Osmanlı'da banka sayıları artmıştır.<ref>Necib Asım, a.g.m., s. 430-432; Karslızâde Cemaleddin Efendi, Osmanlı Tarih ve Müverrihleri (Ayîne-i Zürefâ) , İstanbul, 1314, s. 40-43.</ref> İstanbul Bankası 1847’de Osmanlı döneminde kurulan ilk banka olarak faaliyet vermiştir. Osmanlı'nın çiftçiler için kurduğu banka Ziraat Bankasıdır. Ziraat Bankası 19. yüzyıl'ın ilk yarısında kurulmuştur. Osmanlı'da ilk kağıt para uygulaması ''Kaime'' 1840 yılında bastırılmıştır.<ref>Şükrullah, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi , çev. Nihal Atsız, İstanbul,1939; Şükrullah, Behçetüttevârîh , çev. Çitçioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri , İstanbul,1947, c. I, s. 39-76. Bu iki neşirde eserin baş tarafı ile eski Türklere ve Osmanlılara ait kısımlarının Türkçeye çevirileri yapılmıştır. Atsız’ın ikinci neşrinde ilk baskıda Türk boyları ile ilgili verdiği açıklamalar konulmamıştır; Ayla Demiroğlu, “Behçetü’t-tevârîh”, DİA , c. V, s. 49-50; Farsça metin ve Almanca çevirisi için bkz. Theodor Seif, “Der Abschnitt über die Osmanen in Şükrullah’s Persischer Universalgeschichte”, Mitteillungen zur Osmanischen Geschichte , Wien, 1925, sy. II, s. 63-128.</ref> Daha sonra Tanzimat döneminin padişahları Abdülaziz ve II. Abdülhamid döneminde bankacılık faaliyetleri hızlanmıştır. II. Meşrutiyetin etkisi ile özellikle 1908 yılından sonra millî bankacılık akımı git gide önemli bir konuma gelmiş ve hız kazanmıştır. I. Dünya Savaşı’nın etkisi ulusal bankacılığın gelişimini de hızlandırmıştır. 1911-1923 yılları arasında millî sermaye ile kurulan banka sayısı 21 tane olmuştur.<ref>Osman Turan, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler , Ankara, 1984; Nihal Atsız, “Fatih Sultan Mehmed’e Sunulmuş Tarihî Bir Takvim”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1957, sy. III, s. 17-23; a.mlf., Osmanlı Tarihi’ne Ait Takvimler , İstanbul,1961, c. I; V.L. Menage, “Osmanlı Tarihçiliğinin Başlangıcı”, Tarih Enstitüsü Dergisi , çev.Salih Özbaran, İstanbul, 1978, sy. 9, s. 230.</ref>
Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler
Şablon:Ana madde Osmanlı'nın uluslararası ilişkileri kuruluşundan itibaren yoğun bir çaba gerektirmiştir. Türk egemenlik sahasının bir uç beyliği olarak yabancı unsurlarla sürekli irtibat halindedir. Klasik dönemde üç kıtaya yayılmış bir devlet olarak dış ilişkilerinde gelişme gösterme mecburiyeti görülmüştür. Beylik dönemlerinde diplomasi kurumsal bir hal almamıştır. Uzmanlaşmış birimler yoktur. Diplomatik görevleri nişancı yürütmektedir. 1453'te İstanbul'un fethi ile bütün Akdeniz havzası ile düzenli diplomatik ilişkilerin başladığı söylenebilir. J.C. Hurewitz, İstanbul’un fethedildiği ve akabinde ikamet elçilerinin kabul edildiği 1453’den, imparatorluğun yıkıldığı 1923’e kadar süren dönemdeki diplomasiyi dört dönemde inceler. Bunlar: 1.1453’den 1699’a, Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasına kadar süren dönem. 2. 1699’dan 1793’e, ilk ikamet elçiliğinin açıldığı ve böylece sürekli diplomasiye geçilmesine kadar süren dönem. 3. 1793’den 1821’e, ikamet elçiliklerinin çalışmalarına ara vermesine kadar süren dönem.4.İkamet elçiliklerinin yeniden açıldığı 19. yüzyıl ortalarından, 1923'te cumhuriyetin ilanına kadar süren dönemdir.<ref>*Osmanlı İmparatorluğu'nda Sürekli Diplomasi'ye Geçiş Süreci, doktora tezi, Gökhan Erdem, Ankara Üniversitesi, 2008 s.1-10</ref>
Demografi
Şablon:Ana madde Osmanlı Devleti'nin beş yüz yıllık varlığının çoğunda toplam vatandaş sayısı kesin verilere dayanmamıştır. 1881'deki sayıma kadar nüfus bilgileri vergi mükelleflerinin genel nüfusa oranlanmasıyla belirlenmekteydi. Vergiden hariç bir yöntem de hanelerin sayılması idi. Her evde 5 hane halkının bulunmasına dayalı bir varsayım yapılabilmekteydi. Varsayımlara dayalı nüfus tahminlerine göre: 1520'de Osmanlı İmparatorluğu'nda 11.692.480 kişi yaşamaktaydı. 1683'te 30.000.000, 1856'da 35.350.000 nüfus olduğu düşünülmektedir.<ref>Behar, Cem, ed. 1996. Osmanlı Đmparatorluğu'nun ve Türkiye'nin nüfusu, 1500-1927. %Ankara: T.C. Basbakanlık Devlet Đstatistik Enstitüsü = State Institute of Statistics Prime Ministry Republic of Turkey.</ref> İlk resmi sayım 1881–1893 arasında 10 yıl süren bir çalışmayla yapılmıştır. İlk defa bu sayım: vergi, askerlik ya da herhangi bir amaçla değil; demografik bilgi elde etmek için yapılmıştır. Nüfus: Müslüman, Yunan(Makedonlar, Anadolu Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dahil), Ermeniler, Bulgarlar, Katolikler, Yahudiler, Protestanlar, Latinler, Asurlular, Çingeneler gibi etnik, dini ve cinsel kategorilerde belirlenmiştir.Bu sayımda 17,388,604 olan nüfus, 1919 sayımında 14,629,000 kişi olarak belirlenmiştir.<ref name="Karpat 1978 pp.237-274">Şablon:Harv</ref><ref>Şablon:Harv</ref>
Dil
Devletin resmi dili Türkçedir. Uluslararası yazışmalar Türkçedir. Yerel yönetimlerde ise Türkçe ve bölgenin yerel dili resmi işlerde yürürlükte olan dildir. Bu diller Arapça, Arnavutça, Berberice, Boşnakça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Gürcüce , Hemşince , Hırvatça, Kürtçe, Lazca , Macarca, Rumca/Yunanca, Rusça, Sırpça ve birçok yerel dildir. Merkezi ilgilendiren konularda Türkçe, yereli ilgilendiren konularda yerel dil kullanılmıştır. Bilim dili olarak Türkçe ve Arapça, edebiyat dili olarak ise Türkçe ve Farsça kullanılmıştır.
Din
Şablon:Ana madde Osmanlı Devleti'nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları da bulunmaktaydı. Hıristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.
Buna karşılık millet sistemine dahil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı bulunmuyordu.
İslam
Hilafet veya Halifelik, İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. İslam peygamberi Muhammed'in ölümünden sonra makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami bir toplumu veya İslam Devleti'ni vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur.
Halifelik daha çok Müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. Şiî kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife'yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği Şiîlikteki ya da Alevilikteki İmametten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa ümmetin biatı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir.
Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ileri gelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı'ndan gelen halifelerin 10. yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat'ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat'ı yağmalamaları sonucunda Mısır'a Memluk himayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte İstanbul'a taşınmıştır. Daha sonra Osmanlı Hanedanı'na geçen halifelik, 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla fiilen hilafetin olmamasına rağmen resmen halifeliğin varisi Türkiye olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde laiklik ilkesi gereğince halifelik Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından resmen kaldırılmıştır.
Musevilik ve Hristiyanlık
İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.
Misyonerlik faaliyetleri
Şablon:Ana madde 1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'na sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Misyonerlik faaliyetlerini bu denli başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili olmuştur. Başlangıçta kendilerine Anadolu'da hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuşlardır. Açtıkları okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu okulların etkilerini artırmıştır. Hatta zamanla Müslüman Türkler dahi çocuklarını bu okullara göndermişlerdir.
Misyonerlerin genel hedef kitleleri, İslamiyet'in yaygın olduğu bölgeler olmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika Kıtası, Arap Yarımadası, İran ve Orta Asya halklarına yönelik bir çalışmadır.
Ulaşım ve haberleşme
Şablon:Ana madde Ulaşım aracı sanayi emperyalizmine kadar deve ve yelkenli gemidir. Ulaşım teknolojisinin ilkelliği nedeniyle büyük şehirler 19. yüzyıl ortalarına kadar zaruri maddelerin temininde devamlı sıkıntı çektiler. Bu konuda değişmeler tarımda, ulaşımda başlayan yavaş çağdaşlaşma ile paralel gitti. Gelişmiş taşıma araçları(araba gibi) kullanılmadığından inşaatta da hafif ve niteliksiz gereçler kullanılmıştır. 16. yüzyılda İstanbul'a gelen Alman seyyah Schweigger: "Evleri ağaç ve kerpiçtendir. Buna rağmen bizdeki binalar kadar pahalıya mal oluyor." demiştir.<ref>İlber Ortaylı,Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi,308</ref> Osmanlı coğrafyasının genişliği ve bakım için gerekli emtianın sağlanamaması atlı ulaşımdansa, devenin tercih edilmesine neden olmuştur. 19. yüzyıla dek de ulaşım ve haberleşme organik güce dayanmıştır. Haberleşme ve posta örgütleri, daha sonra telgraf döşenen yerler hariç at, deve; dağlık yerlerde de yaya ulaklar kullanıyordu. Menzil teşkilatı da denen bu örgüt ulak ya da tatar adı verilen memurlara sahipti. Tatarlardan oluşan bir haberleşme örgütü bu dönemin en etkin kurumudur<ref>http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10579.pdf</ref> Tatarlarının görevi, devletle ordu arasındaki haberleşmeyi sağlamaktır. Bu teşkilat II. Mahmud döneminde (1808-1839) kaldırılarak yerine menzil teşkilatı kurulmuştur. I.Abdülhamit döneminde ise tatarlar bir disipline bağlanarak Tatarân ocağı oluşturulmuştur. Posta tatarlarıyla haberleşme 1840 yılına kadar sürmüş ve sivil postacılığa kadar Osmanlı'da haberleşmenin ana ögesi olmuştur.<ref>http://e-dergi.atauni.edu.tr/atauniilah/article/viewFile/1020003024/1020002918</ref> İlk Posta Teşkilatı 23 Ekim 1840 tarihinde Abdülmecid tarafından Nezaret isminde kurulmuştur. 1840-1842 yılları arasında ilk Posta Nazırlığını Ahmet Şükrü Bey yürütmüştür. Posta Nezareti kurulduktan önemli merkezlerde postaneler açılmıştır. İlk postane İstanbul’da Yeni Cami avlusunda Postahane-i Amire adı ile açılmıştır. 16 Kasım 1840 tarihinde de I.Posta Kanunu ilan edilmiştir.<ref>http://ik.ptt.gov.tr/sub/main/under_construction/arsiv_text.php</ref>
Ulaşım ve haberleşmede devrim niteliğindeki iki gelişme: Telgraf ve demiryolu merkezi idareyi de güçlendirmiştir. Özellikle telgraf Avrupa devletlerine paralel bir gelişme göstermiş, telgraf ve posta personeli iyi yetiştirilmiştir. Haberleşme imkanları Osmanlı İmparatorluğu'nun ve sonra da Cumhuriyetin ülke üzerindeki süratli kontrolünü, sağlayan müesseselerin başında gelir.<ref>İlber Ortaylı,Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi,28</ref> Demiryolu, idarenin umut bağladığı, fakat mali kriz yaratan ve dış borçlanmayı arttıran bir araç oldu. Muhtelif ulusların şirketleri tarafından döşendiklerinden, demiryolu hatları Anadolu kıtasında birbirlerini tamamlayan bir ağ meydana getiremediler ve daha döşendiklerinden itibaren gerileyen bir teknoloji ile kurulan bu demiryolu ağı asrımıza bir problem olarak devredildi. Demiryolları, özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde bir yandan zirai hasılayı arttıran, Anadolu kıtasına muhacirlerin iskanını kolaylaştıran ve asayişin kurulmasına yardımcı olan bir araçtır.<ref>İlber Ortaylı,Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi,s. 512</ref>
Eğitim
İslam eğitim sisteminin temel kurumu olan medrese Osmanlılar döneminde de eğitimin temel kurumu olmuş, Osmanlı'ya uygun biçimsel gelişmeler göstermiştir. Medrese sıbyan mektebinden sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimi veren, İslami kimliği sebebiyle sadece müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliğindedir.<ref>http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_14/14_sanal.pdf</ref> II. Mahmud dönemine kadar İslami teşkilatlanma söz konusudur. Bu dönemde batı tarzı kurumlar oluşturulmadan önce, memur yetiştirmek amacıyla: Acemi Oğlanlar Ocağı ve Enderûn Mektebi; sivil halkın eğitimi amacıyla sıbyan mektepleri ve medreseler kurulmuş idi. İlk medrese 1331'de kurulan İznik Orhaniyesi'dir. II. Mehmed tarafından kurulan Sahn-ı Seman Medresesi felsefe, fen, kelam, fıkıh gibi çok çeşitli ve gelişmeye müsait ilimleri öğretmiştir. Daha sonra din adamları felsefeyi günah sayarak eğitim programlarından çıkarmıştır. Dini kaygılarla müdahaleler sonucunda eğitim sistemi zarar görmüştür.<ref>Şablon:Web kaynağı</ref> 2. Mehmet'in yaptırdığı Ayasofya Medresesi ve I. Süleyman döneminde kurulan Süleymaniye Medresesi Osmanlı eğitim sisteminin 2. Mahmut'a dek en önemli kurumları olmuştur. Buralarda doğa bilimleri yerine İslam hukuku ve tefsir gibi İslami ilimlere odaklanılmıştır.<ref>Şablon:Web kaynağı</ref> 2. Mahmut Tıbbiye ve Harbiye'yi kurarak askeri eğitimi yenilemiştir. Rüşdiyeler kurmuş ve medreseye alternatif eğitim oluşturmuştur. Tanzimat Dönemi ise eğitimin halka yayılmaya çalışıldığı, bakanlık ve kararnameler ile düzenlenmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur.<ref>http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/1267/14565.pdf</ref> Daha sonra Darülmaarif kurularak rüşdiye sonrası eğitim verilmiş ve sonradan kurulacak Darülfünun'a öğrenci yetiştirilmiştir.<ref name="İslam ">Şablon:Web kaynağı</ref> Batılı anlamda eğitim vermek için kurulan Darülfünun üç kez kapatılmış, birçok kez isim ve yer değiştirmiş, ilgi ve imkan eksikliği nedeniyle amacını yerine getirememiştir. Bu kurum 1933'te İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür.
Kültür
Osmanlı Türkleri, kuruluş öncesi yüzyıllardan beri birlikte getirdikleri Arap ve Pers İslam kültürlerinin geleneklerinden ve dillerinden büyük ölçüde etkilenmişlerdi. Anadolu'ya yerleştikten sonra başta Yunan, Ermeni ve Yahudi olmak üzere yerli halkların kültürleriyle bir ölçüde kaynaştılar. Böylece eklektik tarzda bir Osmanlı kültürü ortaya çıktı. Özellikle İmparatorluk haline geldikten sonra diğer kültürlerle değişim süreklilik kazandı.
Edebiyat
Selçuklu Devleti'nin son yıllarında, bu devletin yıkılmasından sonra ve Osmanlı Devleti'nin başlangıç döneminde Anadolu beyliklerinin merkezinde Arapça ve Farsça'dan geniş bir çeviri hareketi gerçekleşti. Bu merkezlerde ilk yapıtlarını veren yazarlardan daha sonra Osmanlı sarayınca korunan oldu.<ref name="hkemal">Hamit Kemal, Liseler İçin Türk Edebiyatı Tarihi, A Yayınları, Ankara 2007</ref> Garibnâme (1330) mesnevisinin sahibi olan ve Yunus Emre yolunda ilahileri bulunan Kırşehirli Aşık Paşa, İlhanlılar'ın Anadolu valisi Timurtaş'ın vezirlerindendi. Süheyl-ü nevbahar (1350) mesnevisinin sahibi Hoca Mesut, Kelile ve Dimne çevirisini Aydınoğulları beyliğinde kaleme almıştı. Hüsrev ü Şirin (1367) mesnevisinin yazarı Fahri, Aydınoğulları beyliğinde yetişmişti. Hurşidname (1387) mesnevisinin sahibi Şeyhoğlu Mustafa, İskendername (1390), Cemşid ü Hurşid (1403) mesnevilerinin sahibi Ahmedi, Divan 'ı ve Çengname (1402-1411) mesnevileriyle tanınan Ahmet Dai, Hüsrev ü Şirin (1421-1429) mesnevisinin sahibi Şeyhi, Germiyanoğulları beyliğinde yetişmişti. Bu dönemde özellikle İran şairlerinin kaside ve gazellerinde işlenen içki, aşk, tasavvuf, eğlence konuları, onların kullandıkları imgeler, başvurdukları benzetmeler Türkçeye aktarıldı. Gene bu örneklere dayanan aşk, serüven, tasavvuf konularıyla ilgili mesneviler yazılıyordu. Ancak uzun ünlüsü olmayan Türkçenin aruz veznine uydurulması güçlükler yaratıyordu. Böyle olduğu halde başlangıçta Türkçe sözcüklere, deyimlere hatta atasözlerine şiirde geniş yer veriliyordu. Halk diliyle kahramanlık işleyen yapıtlar, dinsel edebiyat ürünleri de vardı. Tokat kalesi dizdarı Arif Ali, I. Murat için Danişmentname 'yi (1311, gününüze ulaşan yazması 1577) kaleme almıştı. Aynı nitelikli dinsel-destansı yapıtlardan Battalname ve Saltukname metinleri sonraki yüzyılın ürünleri arasındadır.<ref name="jparla">Şablon:Kitap kaynağı</ref> Ahmedi'nin kardeşi Hamzavi'nin gene aynı nitelikli Hamzaviname'si din ve kahramanlık konularını birlikte işleyen, halk diliyle yazılmış yapıtlardandır. Sadrettin'in Destan-ı geyik, Destan-ı ejderha 'sı, Tursun Fakih'in Kıssa-i mukaffa, Gazavat-i emir ül-müminin Ali 'si, Beypazarlı Maazoğlu Hasan'ın Feth-i kale-i Selasil, Cenadil kalesi cengi gibi yapıtları halk kitapları arasındadır.
Halk Edebiyatı
Şablon:Ana Halk edebiyatı üreticisi bilinmeyen anonim ve telif eserlerden oluşan aşık edebiyatı olarak ikiye ayrılır. Anonim ürünlerde nazım şeklinde mani, türkü, ağıt ve ninni bulunurken, düz yazı şeklinde halk hikayesi, fıkra, deyim, atasözü, destan bulunur. Aşık edebiyatı 16. yüzyıldan itibaren olgunlaşmış, 7,8 ve 11'li hece ölçüsü ile koşma, güzelleme, koçaklama, ağıt, semai, varsağı ve destan gibi ürünler verilmiştir. Saz ile şiir söyleyen ve usta-çırak ilişkisi ile yetişen aşık halk edebiyatı günümüzde de süren bir gelenek oluşturmuştur. Köroğlu, Karacaoğlan, Aşık Ömer, Kayıkçı Kul Mustafa, Erzurumlu Emrah, Seyrani, Dadaloğlu bazı önemli aşıklardır. Halk edebiyatı içerisinde değerlendirilen tasavvuf edebiyatında ise Hacı Bayram, Pir Sultan Abdal, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi mutasavvıflar ilahi, nefes, deme gibi ürünler vermiştir.<ref>http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=d150346</ref>
Divan EdebiyatıYüksek zümre edebiyatı, saray edebiyatı, klasik edebiyat olarak da anılan divan edebiyatı, İslamiyet sonrası Türk edebiyatının saray odaklı çevresidir. Osmanlı Devleti'nde 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar ürün verilmeye devam edilmiştir. Arap ve Fars başta olmak üzere çevredeki kültürlerden ve mazmunlarından çokça etkilenmiştir. Fiiller Türkçe olmasına rağmen, isimlerde ve tamlamalarda Arapça- Farsça sözcükler tercih edilmiştir. Tamlamalarla yüklü, süslü, ağır bir dili vardır. Ancak Osmanlı'dan önce klasik edebiyatın Farsça ve Arapça olması nedeniyle Türkçenin inkişaf ettiği bir dönem olarak da düşünülebilir. Divan edebiyatının konuları soyuttur. Aşk, din, tasavvuf gibi başlıca konularda içerikten çok biçime önem verilmiştir. Toplumsal sorunlara değil, sanatlı söyleyişe dikkat edilmiştir. Divan edebiyatı şiir ağırlıklıdır; ancak nesir ürünleri de verilmiştir. Başlıca nazım biçimleri gazel, kaside, mesnevi, müstezat sayılabilir.<ref>http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=090389&idno2=c090306#1</ref>
Mimari
Erken dönem mimarisinde, yapılar ağırlıklı olarak İznik, Bursa ve Edirne şehirlerinde yer aldı. Yapılar daha çok Bizans mimarisi ve Selçuklu mimarisi etkilerini taşısa da, bu dönemde bir sonraki döneme dayanak oluşturacak fikirlerin ilk uygulamaları gerçekleşti. Bu uygulamalardan birisi, yapılarda kubbe kullanılması pratiğidir. Yıldırım Beyazid tafaından Anadolu Hisarı, Fatih Sultan Mehmet tarafından ise Rumeli haisarı yaptırılmıştır.
İstanbul'un Fethi'den itibaren, mimari eserler İstanbul'da yoğunlaşmaya başladı. Bu dönemde daha çok yüksek ve görkemli yapılar inşa edildi. Bu yapılar daha çok dinî yapılar ve kamu binalarıydı.
Lâle Devri'yle beraber, batılılaşmanın etkisiyle batılı tarzda binalar yapılmaya başlandı. Bu dönemde Boğaz kıyısına köşk yapma modası ortaya çıktı. En önemli eserlerinden olanlar ise Topkapı Sarayı, Yeşil Camii, Yeşil Türbe, Sultanahmet Camii bunlar sadece birkaçıdır. Yavuz Sultan Selim gittiği seferlerde ne zaman o na bir kişi yardım etse o da oralarda çeşme veya kervansaray yaptırırdı. Tanzimat fermanından sonra Haliç’e köprü kuruldu, atlı tramvay, Şirket-i Hayriye açılmıştır .Külliyelerden bağımsız ilk hastane hizmet vermeye başladı. Bu dönemin en önemli camileri Nuruosmaniye Camii, Dolmabahçe Camii, Aksaray Valide Camii ve Nusretiye Camiidir.
Bursa Üslûbu veya Erken Devir (1335-1501)
İznik ve Bursa gibi şehirlerde yapılan binalardan, İstanbul'da Beyazıt Camii'nin inşasına kadar olan zamanı içine alan osmanlı mimari dönemini ele alan devirdir. Bu üslûptaki binalar, Türkistan ve Selçuk binalarını andıran ve Selçuklular'da devam eden mimari sanatlarıdır. Türbeler, daha önce Türk kültüründe kare veya çok köşeli plan yaygın olarak kullanılmış, konik külahın yerini kubbe alarak kültürde değişiklik yaratmıştır.
Klasik Üslûp veya Yüksek Devir (1501-1703)
Üç Şerefeli veya Beyazıt Camisi'nin inşasından, Sultan III. Ahmet zamanına kadar olan döneme denir. Camiler ve medreselerde kubbeler kasnak üzerine oturtulmuş, mukarnaslı ve baklava dilimli sütunlar kullanılmıştır. Minareler daha uyumlu bir şekil almış ve cümle kapıları Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklulardaki gibi, iki tarafı oyuk hücreli büyük taçkapılarla süslenmiştir. Türbe mimarisinde, bu dönemde de, kare veya çok köşeli, kubbeli planlar yaygındır. Özellikle büyük selatin külliyelerinin medreseleri, bu döenemde daha yaygındır. Dönemin medrese mimarisi Mimar Sinandır.
Lâle Üslûbu, Barok Üslûbu ve Ampir Üslûp (1501-1921)
Lale devrinde, devrin çiçek merakı, mimariye de etki etmiş, mimari şekiller ve hatlarda çiçekli desenler kullanılmıştır. Ayrıca bu dönemde çeşme yapıtları değişmiş ve yaptırılan çeşmeler tarihi eser halini almıştır buna örnek Sultan III.Ahmet Çeşmesi'dir. Barok Üslubunda ise, Lâle motifleri terk edilerek sanata Barok bir üslûp hakim oldu. Fakat bu üslûp Batıya tarz barok'dan farklıydı. Türk mimarları bu üslûbu kendi düşüncelerine göre yorumlamışlardı. Ampir üslubuna geldiğimizde ise Ampir üslubu batı da kullanılar ampir'den çok farklıydı. Osmnalı ampiri sadece gerekli yerlerde kullanmıştır. Buna örneğin, Ortaköy Camii, Dolmabahçe Sarayı, Barok ve Ampir karışımı bir mimari eserle yapılmıştır.
Görsel sanatlar
Şablon:Ana madde Şablon:Başlık genişlet
İnsan ve hayvan figürlerinden ziyade doğa ve geometrik desenlerin tasvirine önem veren İslam kültürü, Türk İslam hat sanatı'nın gelişmesinde etkin olmuştur. Osmanlılarda Hüsn-ü Hat denilen sanatta Arapça harfler kullanılarak cami, tekke, medrese ve yurtlarda İslam dinin kutsal kitabı olan Kuran'a daha yakınlaşmayı hedef göstermiştir. En ünlü Osmanlı hattatları Amasyalı Şeyh Hamdullah, Afyonkarahisarlı Ahmet, Hafız Osman, Kazasker Mustafa İzzet Efendi ve Mustafa Rakım Efendi’dir. Hat sanatında bu kişiler altı çeşit yazı kullanmışlardır. Bununla beraber özellikle iç süslemede kullanılan çini fayanslar, farklı desenler ve renklerle bir sanata dönüşmüştür. Saray'da arşivleme görevi gören minyatürler, Selçuklu'nun Fars tarzından geçmiş ve geliştirilmiştir.
Ayrıca Osmanlılarda Katmacılık denilen bir görsel sanat türü vardı. Bu sanat türü tahta, taş veya madenin bazı kısımlarını oyarak, gümüş, sedef, altın gibi başka tür maddeden yuvalar şeklindeki oyuklara parçalar gömmek suretiyle yapılan Osmanlı süslemelesine denir.
Sahne sanatları
Sahne sanatları tiyatro, sinema, gölge oyunu gibi sahnede icra edilen sanat türlerini kapsar. 18. yüzyıla kadar Kukla, Meddahlık, Karagöz ve Hacivat ve Ortaoyunu gibi geleneksel Türk tiyatrosu olarak adlandırılan sahne sanatları egemendir. 18. yüzyılda başlayan batılılaşma çabaları ile çağdaş anlamdaki tiyatro, opera ve daha sonra sinema sergilenmeye başlanmıştır. Batılı sahne sanatları Yirmisekiz Mehmet Çelebi gibi aydınların batıdaki sahne sanatlarını tasviri ile edebiyata giriş yapar. Batılı sanatlar ilk dönemlerinde padişah himayesindedir. Abdülmecit Beyoğlu'nda Avrupalıların oynadığı operaların Türk gençlerine de öğretilmesi için Giuseppe Donizetti'yi görevlendirir.<ref>http://www.dieweltdertuerken.org/index.php/ZfWT/article/view/234/s_yore s.10</ref> Padişahlar arasında opera ve sinemayla yakından ilgilenen II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı'nda İtalyan kumpanyalar ağırlar, sarayda sinema etkinlikleri düzenletir.<ref>http://sbd.ogu.edu.tr/makaleler/6_2_Makale_7.pdf</ref> Tanzimat Dönemi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren batılı değerlerle etkileşimi artırır. İbrahim Şinasi yerli imgeler taşıyan ilk özgün eser Şair Evlenmesi(1860)'ni yazar. Güllü Agop ilk yerli tiyatro topluluğunu kurar. II. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet ile gittikçe artan oranda batılı sahne sanatları Türk edebiyatına ve kültür hayatına girmiştir. Osmanlı'da Tanzimat Dönemi'nden önceki sanatları ihtiva eden Geleneksel Türk Tiyatrosu yazılı metne dayanmaz. Geleneksel sahne sanatlarında şarkı, dans, söz oyunları oyun yapısı içerinde büyük öneme sahiptir. Karakterden çok tiplemeye yer verilmesi, açık biçim, göstermeci özellikler içermesi, taklit, doğaçlama ve güldürü, dans gibi öğeler içermesi geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerindendir.<ref>Türk Tiyatrosu’nda Oyun yazarlığının Gelişimine Yönelik Girişimler Üzerine Bir İnceleme, Mine Artu, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2010 s.28-29</ref>
Meddah, Karagöz & Hacivat
Tek kişi tarafından oynanan bir halk tiyatrosudur. Bunlar halk arasında dilden dile dolaşan veya yazılı edebiyattan alınma hikâyeleri taklit ederek türlü jest ve mimiklerle anlatmaya denir. Bunun en iyi örneği Karagöz ve Hacivat'tır. Karagöz'ün gerçek ismi Kambur Bâli Çelebi, Hacivat'ın ise Halil Hacı İvaz'dır. Karagöz ile Hacivat zamanında Bursa'da Orhan Gazi döneminde yaşamış iki samimi arkadaşalardı. Bu iki samimi arkadaş Orhan Gazi'nin Burasa'da yaptırdığı Ulucami inşaatında, Karagöz demirci ustası, Hacivat ise duvarcı ustası olarak görev yapmaktaydı. Bunlar görev yaparken inşaatta çalışanları güldürmesi işleri yavaşlatırmış. Orhan Gazi bunların her ikisinide idam ettirmiş. Fakat ilerde inşaatın yavaş ilerlemesinin Karagöz ve Hacivattan kaynaklanmadığı ortaya çıktığında Orhan Gazi pişman olur. Daha sonra çok pişman olan padişahı teselli etmek istiyen Şeyh Küşterî başından beyaz sarığını çıkarıp germiş ve arkasına bir ışık yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile de Karagöz ve Hacıvat’ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını tekrar etmiş. O perde oyunundan sonra bu Türk kültüründe geleneksel bir hale gelmiştir. Ama bazı trihçilere göre Ulucamii Orhan Gazi tarafından değil, Yıldırım Beyazıd döneminde yapılmış ve bu söylentinin gerçek olmadığını ifade ederler.<ref>Karagöz Cevdet Kudret Bilgi Yayınevi, 1970, Cilt 3, s. 543</ref>
Mutfak
Osmanlı mutfağı başkent İstanbul'da ve bölgesel başkentlerde tüm halkın hoşuna giden, kültürlerin erime potasıyla oluşan ortak bir mutfaktır. Bu farklılıklarla dolu mutfak imparatorluğun belli bölgelerinden getirilen aşçıbaşıların İmparatorluk Sarayı'nın mutfaklarında farklı malzemeleri denemesi ve yeni tatlar yaratması ile mükemmelleşti.
Osmanlı Sarayı'nın mutfak kreasyonları Ramazan etkinlikleri sayesinde ve Paşa Yalılarında pişirilmesiyle nüfusun geri kalanına yayıldı. Bugün, Osmanlı mutfağı Türkiye'de, Balkanlarda, ve Orta Doğuda yaşar, "bir zamanlar Osmanlı yaşam tarzında olan ortak varisler ve onların mutfakları bu gerçeğin delilleridir".<ref name="Fragner">Bert Fragner, "From the Caucasus to the Roof of the World: a culinary adventure", in Sami Zubaida and Richard Tapper, A Taste of Thyme: Culinary Cultures of the Middle East, London, Prague and New York, p. 52</ref>
Yerel çeşitlere ve bunların arasında karşılıklı alışveriş ve zenginleştirmeye dayalı olması dünyanın herhangi bir büyük mutfağı için olağandır. Ama aynı zamanda büyükşehir geleneğinin zarif tadı ile homojenize ve uyumludur.<ref name="Fragner" />
Bilim ve teknoloji
Osmanlı tarihi boyunca, Osmanlılar diğer kültürlerden çevrilen elyazması kitaplar ile geniş bir kütüphane koleksiyonu oluşturmayı başardı.<ref name="Ágoston and Alan Masters583">Şablon:Cite book</ref> Yerli ve yabancı el yazmaları arzusunun büyük bir kısmı 15. yüzyılda geldi. II. Mehmed Trabzonlu Yunan bilim adamı Georgios Amirutzes'e Batlamyus'un coğrafya kitabını tercüme ettirdi ve Osmanlı eğitim kurumları için kullanılabilir hale getirtti. Başka bir örnek ise aslen Semerkandlı gökbilimci, matematikçi ve fizikçi olan Ali Kuşçu; iki medresede profesördü, ve İstanbul'da sadece ölümünden önceki 2 ya da 3 yılını yaşamasına rağmen yazıları ve öğrencilerinin faaliyetleri sonucu Osmanlı çevrelerini etkiledi.<ref>Şablon:Dergi kaynağı</ref>
1577'de Takiyüddin 1580'e kadar astronomik gözlem yapacağı Takiyüddin'in Rasathanesini kurdu. Güneş yörüngesinin dışmerkezliğini ve apsis'in yıllık hareketini hesapladı.<ref name="Tekeli">Şablon:Cite encyclopedia</ref> Rasathanesi 1580'de yıkıldı.<ref name="HotW">John Morris Roberts, The History of the World, pp. 264-74, Oxford University Press, ISBN 978-0-19-521043-9</ref>
1660'da Osmanlı bilim adamı Tezkireci Köse İbrahim Efendi Noël Duret'in 1637'de yazdığı Fransızca astronomik çalışmasını Arapçaya çevirdi.<ref>Şablon:Dergi kaynağı</ref>
Şerafeddin Sabuncuoğlu ilk cerrahi atlas yazarı ve İslam tıbbının son büyüğü. Çalışmaları büyük ölçüde Ebû'l-Kasım Zehrâvi'nin El-Tasrif'ine dayansa da Sabuncuoğlu kendine ait birçok yenilik getirdi. Kadın cerrahlar da ilk defa resimlendirilmiştir.<ref>Şablon:Dergi kaynağı</ref>
Dakika ölçen ilk saat örneği Osmanlı saatçisi Meşhur Şeyh Dede tarafından 1702'de yapıldı.<ref>Şablon:Dergi kaynağı</ref>
Spor
Osmanlı'nın uğraştığı başlıca sporlar arasında güreş, avcılık, kemankeşlik (ok atıcılığı), binicilik, cirit, Çevgan (Polo),<ref>EVLİYÂ ÇELEBÎ SEYÂHATNÂMESİNDE GÛY U ÇEVGÂN OYUNU</ref><ref>Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’ne Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Spor</ref> matrak, bilek güreşi ve yüzme bulunmaktaydı. XIX. yüzyıl sonlarında İstanbul'da yaygınlaşmaya başlayan futbol maçları ile birlikte, Avrupa modelinde spor kulüpleri kuruldu. Bunların başlıcaları kuruluş tarihi sıralamasıyla BJK (1903), Galatasaray (1905) ve Fenerbahçe (1907) olmuştur. Köy gençleri, genellikle, belirledikleri bir taşı kaldırarak, kollarını güçlendirmeye çalışırlardı. İki kişi, ağırlık kaldırma rekabetine girecekleri zaman, bir sığır sürüsü arasına yürürler ve en besili olanı, önce birisi omuzlarına alarak, kaldırır, sonra da, öteki, aynı hareketi yapardı. Daha sonra, ağırlığı fazla olan, bir sığır aranırdı, içlerinden biri, pes edene kadar bu çekişme sürer giderdi. Türkiye'de şuan her yıl Edirne'de yağlı güreşler oynanmaktadır. Bu güreşler Osmanlı döneminden kalma yaklaşık 650 yıllık bir gelenek haline dönüşmüştür.
Türklerde Osmanlı güreş tekkelerin en çok daha erken dönemlerde “Pi-Yung” adı verilen bir teşkilatlanma vardı. Burada askeri becerileri geliştirmek için çok yönlü ve çak amaçlı sportif eğitimler veriliyordu. Güreş Tekkeleri kurulmuş ve burada pehlivacılar yetiştirilmiştir o zamandan bu yana halen daha birçok kişinin anısının üzerine pehlivan güreşleri yapılmaktadır.
Ayrıca bakınız
- Osmanlı İmparatorluğu'nda parlamenter monarşi
- Osmanlı Hanedanı
- Osmanlı padişahları listesi
- Eski Osmanlı topraklarında şu an bulunan devletler listesi
Notlar
- A Şablon:Note Mezomorto lakabı, Venedikliler tarafından verilmiş bir lakaptır ve yarı ölü anlamına gelmektedir. Bazı kaynaklarda mezomorta ve mezemorto olarak da geçmektedir.
Kaynakça
Dış bağlantılar
Şablon:Osmanlı konuları Şablon:Osmanlı kaleleriŞablon:Osmanlı devlet teşkilatıŞablon:Osmanlı askerî teşkilatıŞablon:Osmanlı HanedanıŞablon:Osmanlı Sarayları Şablon:Sömürgecilik Şablon:I. Dünya Savaşı Şablon:İmparatorluklar Şablon:Türkiye konuları